Prof. Dr. Mustafa Koç

Üç Soru Tek Cevap: Eğitsel Sosyal Ve Kişisel Yaşama Olan Yansımaları

Yazar: Prof. Dr. Mustafa Koç
Tarih:
Okunma: 3684
Yorum:
Yazı Boyutu: a - a - a - a
Paylaş:

Okulöncesi eğitim ilkokul eğitimi için bilişsel, duygusal, sosyal, psikolojik ve davranışsal olarak hazırbulunuşluk anlamına gelmektedir. Bilişsel gelişim denge ve dengesizlik ve tekrar denge şeklinde ilerleyen bir süreçtir. Çocuklarda bu süreç daha hızlı olabilmektedir. Bu denge dengesizlik ve tekrar bir dengeye ulaşma durumu bilişsel yapı olarak adlandırılabilecek şemaların oluşması ile sonuçlanmaktadır. Şema ya da bilişsel yapılar, bireyin hangi uyarıcıya nasıl tepki vereceğini belirler. Bu bağlamda çocuğun etkileşimde olduğu insanların benzer durumlara benzer tepki vermeleri bilişsel yapıların oluşmasında son derece önemlidir. Bu çocuğun etkileşimde olduğu ya da olacağı uyarıcılara herhangi bir travmatik deneyim yaşamadan ve doğru gelişimsel bir deneyime sahip olacak şekilde tepki vermesine neden olur. Çocuğun denge dengesizlik ve tekrar denge durumuna gelmesinde yetişkinlerin tutarlı davranışları sonucu oluşan bilişsel yapılara göre uyarıcılara doğru gelişimsel deneyimler kazanacak şekilde karşılık vermesi şeklinde oluşacak bu döngü bilişsel, duygusal, sosyal, psikolojik ve davranışsal gelişimi anlamına gelmektedir.

Yukarıda bahsedilen döngünün nasıl sonuçlanacağını belirleyen temel husus çocuğun etkileşimde olduğu kişilerin davranışlarındaki tutarlılıktır. Örneğin çocuk annesine neden maske taktıklarını sorar ve anne bu soruya “virüs bulaşmasın diye” cevap verirse çocuğun oluşturacağı bilişsel yapının adı “belirsizlik” olur. Bu belirsizlik şeması onu olabildiğince kaygılandırır, kaygıdan bir an önce kurtulmak isteyecek olan çocuk babasına koşacak ve aynı soruyu yani neden maske taktığımızı soracak, baba da bu soruya “hasta olmamak için” diye cevap verirse çocuğun oluşturacağı şemayı ancak tahmin edebiliriz, bu süreçte nasıl bir şema olduğunu öğrenebilmek için çocuğun davranışlarını gözlemek gerekir. Çocuk yemek için bile maskeyi çıkarmamaya, uyku uyurken bile maske takmaya ve evden çıkamamaya başladığında bilebiliriz. Eğer çocuğun bu soruyu sorabileceği ya da böyle bir yaşantı içine girildiğinde ebeveyn, çocuğun içinde bulunduğu düşünme dönemine uygun kavramlar kullanarak açıklamayı seçseydi çocuğun maske ile ilgili şeması onun doğru yerde, doğru zamanda ve doğru şekilde davranmasına neden olacak şekilde oluşurdu.

Okulöncesi dönem, çocuğu gelecek akademik ve sosyal yaşama hazırlamak için sahip olduğumuz bir çok fırsatı içinde barındıran ve zaman dilimidir. İlkokul dönemi başlayıncaya kadar çocuğu kendine üç soru sorduğunu ve bu üç soruya verdiği cevaplara göre akademik ve sosyal yaşamının şekillendiği söylenebilir.  Bu sorularda birincisi, “güvende miyim?” sorusudur. Bu sorunun cevabını bir yaşına kadar almaya çalışır. Bu sorunun cevabının “evet” olması çocuğa bakım verenin tek kişi olması ve  bu kişinin de anne olması, bakım verenin kendi içinde tutarlı olması ve bakım verilen yerin tutarlı olmasına bağlıdır. Bakım verenler farklılaşır, bakım veren tutarsız davranır ve bakım verilen sürekli değişir ise çocuk ya tepkisel bağlanmaya ya yada sınırsız toplumsal katılım bozukluğuna sahip olur.  Bu dönemde çocuğun psikolojik ve fiziksel ihtiyaçları dengeli, düzenli ve tutarlı karşılanırsa çocuk “ben güvendeyim, dünya güvenli bir yer” diye bir şema oluşturuyor. Bu şema onun daha sonra kazanacağı bütün gelişimsel özelliklerin bir anlamda temelini oluşturuyor.

 Çocuğun ilkokula başlayıncaya kadar kendine soracağı ikinci soru, “sevilesi biri miyim?” Aslında bu soruyu sorma nedeni, ayrılma ve bireyselleşme ikilemi içinde olmasıdır. Yürümeye başlayan çocuk güvenli kaynağında ayrılmanın heyecanı ve isteği ile birlikte güvenli kaynaktan uzaklaşmanın kaygısını ve tekrar döndüğünde kabul edilememe korkusu içindedir. Bu dönemde bakım verenin bu döngüye yani ayrılma ve bireyselleşme döngüsüne vereceği destek, çocuğun ayrılma ve bireyselleşme sürecinin başında yaşadığı korkunun yerini umut duygusu almaktadır. Umut duygusu çocuğa kontrol düşüncesi ve bu düşünceye de bağımsızlık duygusu eşlik etmektedir.  Bu dönemde yaşanan bu kontrol duygusu çocuğu yetişkin yaşamda kendini taşıma, kendine yetme ve kendini yönetme becerilerinin de temelini oluşturur. Bu becerilere sahip olan biri kendini yönetmenin aslında dünyayı yönetmek olduğunu fark ettiğinde sahip olduğu bütün potansiyeli etkin ve işlevsel kullanmak anlamına gelen kendini gerçekleştirme sürecinde olduğunun anlamına gelmektedir.

Çocuğun ilkokula başlayıncaya kadar kendine soracağı üçüncü soru ise “başarabilir miyim?” sorusudur. Okul öncesi dönemi de içine alan bu süreç girişkenliğin arttığı bir zaman dilimidir. Bir işi başlatma, sürdürme ve sonlandırma isteği olarak da adlandırılacak olan bu döngü bakım verenler tarafından desteklenirse onun girişimcilik özelliğine sahip olmasına, engellenirse suçluluk duygusu yaşamasına neden olacaktır. Çocuğun ilgisini çeken ve başarabileceği etkinlikleri başlatması, sürdürmesi, sonuçlandırması ve sonuçlarını kendisi ile ilişkilendirmesi onun yaşamın her aşamasında ihtiyaç duyacağı kendi sorumluluğunu alma becerisini kazanmasına katkı sağlayacaktır. Kendi sorumluluğunu alabilmek özgür hissetmenin özüdür. Eğer çocuk bu dönemde bir işi başlatma, sürdürme ve sonlandırmada sürekli engellenir, bu sürece izin veriler fakat sonuç sürekli eleştirilir ve çocuk suçlanırsa gelişecek olan duyu suçluluk duygusudur. Yaptıklarından dolayı suçlanan çocukların kendi sorumluluğunu alması neredeyse imkansızdır. Sürekli başkaları tarafında suçlanarak büyüyen bir çocuğun artık onu suçlayacak kimseye ihtiyacı yoktur çünkü bunu kendine kendisi yapmaktadır. Kendi suçlamanın sonuçları kolayca ertelemek ve sonrasında vazgeçmektir. Tersine çevirirsek, sürekli erteleyen ve sonrasında kolayca vaz geçen çocukların kendini suçladıklarını anlamak mümkündür. Böyle bir durumda çocuktan sürekli yapmak zorunda olduğu şeyleri istemeden önce yapılması gereken şey onun kendisini suçlamaktan kurtarmaktır. Bir şey yapıp suçlanmak yerine hiçbir şey yapmamak daha işlevsel gelmektedir.  Kendini suçlamayı öğrenen çocuklar başarısızlığı umursamaz gibi görünür, bu çok yanlış bir bakış açısıdır. Normal ruh sağlığı yerinde olan hiçbir çocuk için başarısızlık kolay kabul edilecek bir durum değildir. Peki bu çocuklar kabullenilmesi oldukça zor olan başarısızlığa nasıl katlanıyorlar? Bu sorunun cevabı, çocuk bu durumu kendine şöyle açıklıyor “evet ben başarısızım fakat ders dinlemediğim, ders çalışmadığım ve ödevlerimi yapmadığım için başarısızım”. Eğer bunları yaparsam bende başarılı olurum der, fakat yapmaz. Neden? Çünkü, onun en büyük kaygısı ya bunları yapar fakat yine başarısız olursam bundan sonra başarısızlığı nasıl açıklayabilirim. Bir anlamda farkında olmadan herkes çocuğa sürekli talimat ve telkinlerle çalışmasını, ders dinlemesini ve ödev yapmasını ısrarla hatta kızarak söylemesi onun elindeki tek sığınağı da almaya çalışmaktan başka bir şey değilmiş.

Eğer bir çocuk ilkokula bu üç soruya “evet” diyerek başlarsa sonuç ne olur? Çocuk ilkokula başlayıncaya kadar bu üç soruya evet diyerek gelmişse, bu çocukta güven, bağımsızlık ve girişimcilik duyguları oluşmuş demektir. Bu çocuğun ilkokul döneminde kazanacağı çalışkanlık duygusudur. Çalışkanlık duygusu, çocuğun sorumluluklarının farkında olması, onları kabullenmesi, zaman ve enerjisini bu sorumlulukları yerine getirmek için etkin ve verimli kullanabilme becerisidir. Bu beceri sayesinde çocuk kendini tanımaya başlar. Çalışkanlık aynı zamanda, çocuğun neyi başarabildiğini, neyi başaramadığını ve bütün bunların nedenlerini fark etme ve kabullenmeyi de içermektedir. Çalışkanlık becerisi çocuğun doğru akademik ve sosyal gelişimsel deneyimlere yaşamasının ön koşuludur.  Çalışkanlık, çocuğun ilgi ve yeteneklerini fark etmesine, tanımasına ve geliştirmesini destekleyen önemli bir faktördür.   

Çocuk ilkokula bu üç soruya” hayır” diyerek başlarsa sonuç ne olur? Çocuk bu üç soruya yani, güvende miyim?, sevilesi biri miyim? Ve başarabilir miyim? Sorularına hayır derse ve ilkokula bu tablo ile başlarsa çalışkanlık yerine aşağılık duygusu gelişir. Aşağılık duygusu, çocuğun kendini diğerleri ile kıyaslayıp yetersizlik duygusu yaşaması olarak tanımlanabilir. Çocuğu sistem içinde tutma, motivasyonunu artırma, istendik davranışları kazandırma ve daha uyumlu hale getirmek için kıyaslamanın temel yöntem olarak kullanılması çocuğun sahip olduğu içsel aşağılık duygusunu daha da olumsuz hale getirmektedir. Okul devamsızlığı, ders devamsızlığı ve okul terkinin en yüksek olduğu Avrupa ülkesi olmanın bir nedeni de gelişimsel süreçte okula başlayıncaya kadar çocuğun kazanması gereken gelişimsel özellikleri kazanmaya katkı sağlayacak doğru deneyimlere sahip olamamadır denilebilir.

Okulöncesi ve ilkokul birinci sınıflar okula başlıyor. Her bir velinin çocuğunun bulunduğu eğitim kademesine göre yukarıda yapılan açıklamalar bağlamında bir öz eleştiri yaparak sürecin çocuklar için daha olumlu ve işlevsel olması için kendini yeniden düzenlemeye ihtiyacı vardır. Bu bağlamda aşağıdaki öneriler umarım yol gösterici olur.

1.Çocuğun sorduğu sorulara cevap vermeden önce çocuğun sorduğu soruya ne cevap vereceğini öğrenin. Unutmayalım ki hangi yaşta olursa olsun insan soruyu öncelikle kendine soruyor. Ya bulduğu cevaba onay almak için ki genellikle bunun için başkasına sorar, bazen de bilmediği için sorar. Çocuğun sorduğu sorular hangi düşünce tarzına sahip olduğunu da göstereceği için sorulan sorular ve bu sorulara çocuğu da katarak cevap vermek önemlidir.

2.Çocuğun sorduğu soruya cevap vermeden önce bu soruyu daha önce başkasına sorup sormadığını öğrenmek ve soruysa nasıl cevap verdiğini bilmek önemlidir. Çünkü çocuk soru soruyorsa ya yeni bir şema oluşturma gereğinin ya da var olan şemada bir değişiklik yapma ihtiyacının göstergesidir. Verilecek cevapların doğru ve tutarlı olması çocuğun bilişsel ana-lamda çelişki yaşamasını engeller. Cevaplarda ki tutarsızlık şemalarda da karşılık bulur, böyle bir durumda aynı uyarıcıya karşı nasıl tepki vereceğine ilişkin bilişsel kararsızlık, psikolojik olarak kendine güvensizlik ile sonuçlanır.

3.Çocuk yapması gerekenleri sürekli erteliyor ve sonrasında da kolayca vaz geçiyor, bu sürece ilişkin hissettikleri durumla örtüşmüyor ise, çocuğun sürekli yaptığı fakat fark edilmeyen kendini suçlamasıdır. Böyle bir durumda çocuğa sürekli ne yapacağını hatırlatmanın ya da söylemenin bir faydası yoktur. Bunun yerine çocuğu ilgi ve yeteneklerine uygun başarabileceğimizden emin olduğumuz sorumluluklar vererek başarma ve yeterlik duygusu yaşamasın sağlamaktır. Unutmayalım ki bizim için küçük hatta gereksiz diye düşündüğümüz her görev onun için büyük bir adımdır. 

4.Okulöncesi ve ilkokula başlayan çocuklarımızın, öğrenme stillerini, bağlanma tarzlarını, dikkat ve eylem kontrol düzeylerini, duygu düzenleme becerilerini ve temel yetenek düzeylerini belirlemek önemli bir unsurdur. Nasıl öğrendiğini, nasıl bağlandığını, dikkat ve yelme kontrol düzeyini, algılama, hatırlama ve ayır etme beceri düzeylerini bilmediğimiz çocuklara ilişkin beklentilerimiz onların önündeki en büyük engel ve stres kaynağı haline gelebilmektedir. Çocuklarımız beklenti zengini fakirlere dönüştürmeyelim.

5.Okula başlayacak çocuklarla ilişkin özellikle okulun varsa psikolojik danışmanına ve öğretmenine çocuğun, fiziksel sağlığı, gelişimi, uyumsuz davranışları, bu uyumsuz davranışlara karşı aldığınız önlemler, ilgi ve varsa gözlenen yada ölçülen özel yetenekleri, okula başlamaya hazırla süreci, aile ilişkileri, ebeveyn tutumları vb. konularda mutlaka bilgi verilmelidir.

6.Okula başlamayla birlikte çocuğun daha yaptığı artık yapmadığı, artık yapmadığı ya da daha yapmadığı artık yapmaya başladığı benlik bütünlüğünü bozucu ve kişilik gelişimini engelleyici davranışların olup olmadığının gözlenmeli, nedenine ve çözümüne ilişkin süreci ilgili tarafları da bilgilendirerek başlatmalıdır. Bu bağlamda evde yapılan ve iyi sonuçlar veren uygulamaların okulla paylaşılması, okulda uygulanan ve iyi sonuçlar veren yöntemlerin ebeveyn ile paylaşılması gerekir.   

7.Okulöncesi ve ilkokul döneminde çocuğu olan ailelere ve her bir gelişim döneminde çocuğu olan ailelere yapılacak en işlevsel tavsiyelerden biri de, çocuğun yapması gerektiği halde yapmadığı ya da yapmaması gerektiği halde yaptığı davranışları konuşmaya başlarken “neden” ve “niye” kelimelerini kullanmadan yapmaktır. “Neden” ve “niye” ile başlayan konuşmalarda çocuğun önceliği ne yaptığını ve yaptığının sonuçlarını düşünmeden saldırı altında olan benlik yapısını korumaktır. Bu dönemde en iyi yöntem, davranışı yapanı konuşmak yerine, davranışı ve davranışın sonuçlarını konuşmanın yanında alternatif davranışları konuşmak gerekir.

8.Çocuklarla iletişimde duyguları temel iletişim aracı olarak kullanmayan ebeveynler yetişkin yaşama bilişsel, fiziksel, duygusal, baş etme ve affetme esneklik berilerinden mahrum bir robot hazırlıyor denilebilir. Duyguların iletişim aracı olarak kullanılması anlaşılmanın ve hatta var olmanın en işlevsel yoludur. Çocuklarda istenen davranışları artırmanın ve istenmeyen davranışları söndürmenin yolu bu davranışların diğer insanlar üzerindeki duygusal etkilerini fark etmesine ve kabullenmesine bağlıdır. Çocuğa ne yaptığını hatırlatma yerine yaptığı şeyin sizde oluşturduğu duyguyu söyleyin. Bu ayını zamanda çocuğun benliği ile davranışı arasında önemli bir koruyucu bariyer görevi de görür. Yani istenmeyen çocuk değil istenmeyen yaptığı davranışlarıdır. Çocuk bu ayrımı fark edince kendisinin değil davranışının değişmesi gerektiğini bilir. Sadece öğrenmesi gereken şey istenmeyen davranış yerine hangisinin öğrenileceğini ve nasıl öğrenileceğini bilmesidir. Burada en işlevsel öğretme yöntemi model olmaktır. Unutmayalım çocukların davranışlarında daha önemli olan bu davranışlara karşı ebeveynlerin nasıl tepki verdiğidir. Yani asıl sorun çocuğu yaptığı davranıştan daha çok bu davranışla baş etmek için kullanılan yöntemin kendisidir. Ağlayarak isteklerine ulaşmayı öğrenen bir çocuğu her isteğinin gerçekleşmesine ilişkin engellenme durumunda yapacağı şey daha önce yaptığı ve sonuca ulaştığı ağlamaktan başka bir şey değildir. Sorun burada ne çocuğun isteğidir ne de isteğine ulaşmak için ağlamasıdır, sorun çocuğun isteğini ağlayınca karşılanmasıdır.

9.Ebeveynler çocuklarına daha çok maddi miras bırakabilmenin kaygısını yaşamaktadır. Bunun yanında çocuğa bırakılması gerek sosyal ve psikolojik miraslarda vardır. Maddi ve sosyal mirası koruyacak, geliştirecek, etkin ve işlevsel kılacak olan ise psikolojik mirastır. Psikolojik miras, çocuğun yerinde ve zamanında isteklerinden vaz geçebilmesi,  yerinde ve zamanında ihtiyaçlarını erteleyebilme becerisidir. Bu beceri başarmanın, tahammül etmenin, psikolojik sağlamlığın, kendini toparlama gücünün, kendine yetmenin, kendini taşıyabilmenin kısacası kendini yönetebilmenin anahtarıdır.

Yorumlar

Lütfen aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
  • Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
  • Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
  • Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
  • Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
  • Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
  • Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
  • Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
  • Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.