Süper Admin
Türk’çe…
Aynı toprakta yaşamak, aynı dine iman etmek ve aynı dili konuşmak, bir kader birliğidir. Bu kader birliğine biz “vatan” diyoruz. Vatan, sınırları çizilmiş bir haritadan ibaret olmadığı gibi dil, din, toprak kavramları da basite indirgenerek değerlendirilemez. Her bir kavram kendi uzmanlarınca pişirilmeli ve beraberinde yeni nesillerin “vatana bağlılık” hamurlarına katkı sağlamalıdır. Türk töresi, ne diline ne dinine ne de toprağına halel getirecek kadar esnektir. Eskilerin “Kemâlat teferruatta gizlidir.” sözünü biz bu konuya şöyle adapte edebiliriz: Şayet mevzubahis vatansa her şeyi detaylı düşünmek zorundayız. Şayet vatanına bağlı bir nesil yetiştirmek istiyorsak bu neslin gönül dünyasını zenginleştirmekte ilk araç olan “dil”in önemini kavramak mecburiyetindeyiz.
***
21. yüzyılın Türkiye’sinde, sokakta, işte, evde konuştuğumuz ve “ana sütü gibi tertemiz” dediğimiz Türkçenin ruhunu kaybetmesi, maneviyatının sıyrılması söz konusudur. Ümidimiz, bu sığlaşma ve maddeleşmenin “popüler” olması ve kaybolup gitmesi yönündedir. Peki nelerle karşı karşıyayız?
***
Gençliğe hitap eden birçok mekâna maalesef ki İngilizce isim verilmektedir. Esnaf-işletmeci, mekânlara İngilizce isim verince daha çok müşteri toplayacağını düşünmektedir. Çağın dünya dili olarak kabul edilen İngilizce, sokaklarımıza sinmiş durumdadır. Bununla beraber kültürel isimler veren işletmelerimiz de mevcuttur. Bu noktada belediyelere de iş düşmektedir. Yabancı isimle mekân açan işletmelerden vergiyi fazla almak gibi bir karar alması, anlamadığımız mekân isimlerinin azalmasını sağlayacaktır. Bunu uygulayan belediyeler de mevcuttur.
***
Dil, hem bir milletin kimliği hem de aynı milletin duyuş ve düşünüşünü yansıtan aynadır. Türk milleti, metinlerle takip edilen günlerden (Orhun Abideleri-8.yüzyıl) bugüne kadar Türkçe konuşur, Türkçe dertleşir, Türkçe sevinir ve Türkçe ağıtlar yakar. Türkçe kelimeler, köklere getirilen yapım ve/veya çekim ekleriyle türetilir. Türkçe kelimelere Türkçeye uygun olmayan ekler getirmek abestir, saçmadır, garabettir. Kebap’s adında bir lokanta açmak, arkadaşlarını selam’s diye selamlamak, selfi boylu al yazmalım kalıbından medet ummak, kelimeleri İngilizceye büzerek “sheni chok sheviorum” gibi yapılarla rezilce konuşmak, kimliğimize zarar verir. Yunus’ların, Bâkî’lerin, Yahyâ Kemâl’lerin, Âkif’lerin sanatlarına ve üretkenliklerine ihanettir. Bu dilin adı “TÜRKİLİZCE”dir ve tam anlamıyla ergen kafaların ürünüdür.
***
Şayet gençlerimize okuma alışkanlığı kazandırmaya uğraşmıyor, sadece sınavlara hazırlıyorsak ruhsuz bir geleceğe yelken açıyoruz demektir. Dikkatinize sunuyorum, gençlerimizin dillerindeki Türkçe, onların manevî dünyalarını yansıtıyor ve biz onların faydacı yetişmelerine engel olamıyoruz. Sokaklarda ağız dolusu küfürler savuran gençler, sağında solunda bir hanım var mıdır, büyük var mıdır, saygısızlık olur mu düşünmüyorlar bile. Konuşmalarında kelimeler hepten maddeleşmiş durumda. Gençler için hoşça vakit geçirmek, eğlenmek artık “kopmak” diye; herhangi bir geziye katılmak, bir mekâna kafa dağıtmak için gitmek “akmak” diye anlatılıyor. Onlar şaşırdıklarında artık “oha falan” oluyorlar. Çünkü duygularını anlatırken iç dünyalarını, heyecanlarını, üzüntü ve sevinçlerini aktarabilecekleri kelime hazneleri yok. Dizilerin yapay dilleriyle konuşmalarını süslediklerini düşünüyorlar.
***
Konuşulan dilin cinsiyeti kayboldu. Erkeklerimizin ayağına taş deyse “ay!” demeye; sinirlenen hanımlarımız birbirlerine “lan-oğlum” demeye başladılar. Hanımlarımızın nezâketi, erkeklerimizin ciddiyeti kelimelerden kendini ele veriyor. Tabii ki kimseden “Zeki Müren” gibi tertemiz bir Türkçe konuşmasını beklemiyoruz ancak dilin de bir cinsiyeti vardır ve o kaybolursa kültürel ziyana uğrarız.
***
Dilin en güzel ve yaygın ürünleri, maniler, ninniler, masallar artık halk ağızlarından yok olmaya yaklaştı. Bununla beraber bu çağın kullanılacak en güzel dil ürünü hiç kuşkusuz türkülerdir. Âşık Veysel’in “Türk’üz türkü çığırırız.” deyişinden de hareketle türkülerin dilimizi yoğuracak köklü kültürel ürünler olduğu yadsınamaz. Biz belki biraz olsun çocuklarımıza, gençlerimize türkü dinletirsek âşık olunca “lambada titreyen alevi üşütebilir”, gamlarını kederlerini “şaha kalkan dertleri”ni “melanet hırkası”yla anlatabilir, beğendiklerine “uğrun uğrun kaş altından” bakabilirler.
***
Abdurrahim Karakoç’un mısrasıyla “Türkçe sevdalanan İslâm’ca yanan” bir millete kültürüne sahip çıkmak yaraşır. Türk dili bize, Orhun vadisinde yazıtlar diktiren Bilge Kağan’ın, Araplara Türkçe hassasiyetiyle yaklaşan Kaşgarlı Mahmut’un, Anadolu’yu yurt eden Alparslan’ın, gönül elçisi Yunus’un, bilge Oğuz dedesi Korkut Ata’nın, gemileri karadan yürüten Fatih’in, hürriyeti asıl kılavuz gören Namık Kemal’in, istiklâli mısra mısra destanlaştıran Mehmet Akif’in armağanıdır. O dile sahip çıkmamak gaflettir. Ancak gençliğe yön verecek milli tefekkür ufku geniş eğitimciler sayesinde Türkçe, halkın irfanıyla da birleşerek kimliğimizin korunmasından üzerine düşeni yapacaktır. Bu dili en az beş bin yıldır konuşuyor ve bin beş yüz yıldır da yazıyorsak bu, köklü bir millet olduğumuzu gösterir. Nihat Sami Banarlı’nın Türkçenin Sırları adlı kitabında belirttiği gibi: “Her dil imparatorluk dili olamaz, çünkü her millet imparatorluk kuramaz.”
"Türkçe giderse Türkiye gider." diyen Oktay Sinanoğlu hassasiyetini, eğitimcisinden esnafına herkes gönülden hissetmelidir. Dilimiz ve dilimizi öğrettiğimiz gençliğimiz geleceğimizdir. Sahip çıkmak da boynumuzun borcudur.