




Kaan Koç
Hasta Adamın Son Darbesi
Muzaffer bir geçmişe sahip olmanın kötü bir tarafı var. İnsan güzel günleri bir defa tadınca, en ufak tökezlemede dünyanın sonundaymış gibi hissediyor. Doğal olarak dünyanın sonundaki bir insan, risk almaktan korkmuyor. Peki bu durum devletler için de aynı mı? Cevap; evet. Eski günlerin hasreti ve tükenmişliğin getirdiği korkusuzlukla, 1. Cihan Harbi’ne girdik. Haklı taleplerimiz ve bizim olanı geri alma motivasyonu ile, ezelî düşmanlarımız ile bir kavgaya daha tutuştuk. Lakin bu sefer durum ziyadesiyle farklıydı. Ne biz eski hâlimizdeydik ne de onlar. Dünyanın en büyük katillerinden İngiltere ve Fransa’ya karşı verdiğimiz bu kanlı kavganın bir safhası da; Çanakkale Muharebesi. Dünya’nın en büyük donanması, geçmişten kalan öfkesi ile “Hasta Adam”ın nefesini kesmek üzre üzerimize geldiler. Dünya’nın görmüş olduğu en büyük donanma dense pek az kişinin karşı çıkacağı güce karşılık, elimizdeki imkanlar kısıtlıydı. Bu hasta adamın yegâne varlığı tükenmek bilmez inancıydı. Düvel-i Muazzama sadece inanç ile yenilir miydi? Hayır. Peki ne eksikti? Çok şey eksikti de hasta adamın zaferi getirebilecek neyi vardı? Tabi ki Dâhî bir evladı. Asırlar önce tasarlanan, İnsan yetiştirme politikasının en kıymetli meyvesi olan Mustafa Kemâl. Bu dâhî genç, bütün azameti ve ferâseti ile dünyaya gösterdi ki yetim bir Türk, tek başına düvel-i muazzama’dan daha muazzamdı. Çanakkale savaşı’nda gösterdiğimiz şey, Amerikan filmlerindeki gibi sahte kahramanlık değil, Kahramanlık kelimesinin tanımı denebilecek bir mücadeleydi. Hüseyin Nihal Atsız’ın dediği gibiydi “Kahramanlık saldırıp bir daha dönmemekti”. Öyle de oldu dönmediler. Dönmediler lakin memleketin şerefine leke sürülmesini de engellediler. Adına kitaplar yazılmış, dillere destan olmuş bu mücadele bir asırı geçkin süredir bizlerle yaşamakta ve kanlı katillerin hafızasında bir travma olarak kalmakta. En önemlisi ise o günkü ruh bu milletin karakterinde varlığını korumakta. Bizim için sıradan, dünya için efsanevi bir başarıdır. Mübarek olsun.