Özcan Aslan
EĞİTİM VE ÇOCUKLARIMIZ
Dünyada neredeyse hiçbir ülke, eğitim sorunlarını tam olarak çözememiştir. Ama ülkemizin bu konuda oldukça geri kaldığı bir gerçektir. Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında yapılan PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) eğitim araştırmasında 65 ülkeden 44. sırada yer alması bu gerçeği gözler önüne seriyor.
Peki, yıllar boyu eğitime yapılan yatırımlar neticesinde neden hala bir gelişme gösterilmiyor? Sorun öğretmende mi, öğrencide mi? Yoksa sistemin kendisinde mi? Bu yazımda bu konu üzerine biraz eğileceğim.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, eğitim sistemi sorunlarımız dünden bugüne halledilecek sorunlar değildir. Her şeyden önce eğitim bir sosyal bilimdir ve sosyal bilimlerde doğru kararlar almak ve onları uygulamak fen bilimlerine göre daha zordur. Üstelik bugün getireceğiniz bir çözüm, bugünün sorunlarını çözmekle beraber, geleceğin sorunlarına çözüm bulmakta yetersiz kalabilir. Bu sebeple günübirlik politikalara değil kalıcı politikalara odaklanmalıyız. Eğitim sistemimizin en önemli sorunu sistemsizliğin kronik olarak bir sisteme dönüşmesidir. Hükümetten hükümete, hatta bakandan bakana her geçen gün farklı politikalar uygulanması eğitimimizi zaafa uğratmakta. Her şeyden önce eğitim sorunlarımız bir devlet sorunu olarak görülmeli ve eğitim politikamız hükümet değil, devlet politikası şeklinde yürütülmelidir. Daha da açığı siyasi-ideolojik görüşlerimizi bir kenara bırakarak çocuklarımızı gerçekten geleceğe ve hayata nasıl hazırlarız bunu düşünmeliyiz.
Eğitimde diğer bir sorunumuz, öğretmen seçiminde doğru bir yöntem kullanmamamızdır. YGS-LYS sınavları mantıksal zeka temelli bir ölçme sınavıdır. Ama onun dışında hiçbir zeka türünü ve kabiliyeti ölçmez. YGS-LYS türü bir seçme sınavı uygulamakla birlikte öğretmen seçerken insanların o mesleği yapabilme kabiliyetlerini ve isteklerini de ölçen bir sistem geliştirebilmeliyiz. Çünkü, öğretmenlik yapacak kişinin akıllı olduğu kadar kabiliyetli, bu mesleği yapmaya istekli ve duyarlı bir kişi de olması gerekir. Bu sorunun çözümünde yeterli rehberlik hizmetleri, kişinin kendisini tanımasına olanak sağlayabilecek kişilik testleri başlangıç olabilir.
Eğitimimizde akademik başarının çok ön plana çıkması ve yaşamsal başarının bir kenara itilmesi de başka bir sorunumuz.
Derslerinde iyi notlar alan, sınavlarda başarılı olan çocukları herkes başarılı ve kabiliyetli görür. Akademik başarı gerekli olmakla birlikte yaşamsal başarı olmadan tek başına yetersizdir. Çünkü eğitim bir anlamda insanları hayata hazırlamaktır. İyi matematik problemi çözmek kadar kendini iyi ifade edebilme, yabancı dil bilme, insanlarla iyi ilişkiler kurma da önemlidir. Eğitimin insana bu vasıfları da kazandırması gerekir. Salt akademik bilgiyle insan bir yere varamaz. Hatta ikisi arasında bir tercih yapmak gerekirse yaşamsal başarı öncelik olmalıdır. Zaten hayatta başarılı olan insanlar da kendilerini her iki yönden yetiştirebilen insanlardır.
Başka bir sorunumuz ise insanların yeteneklerine uygun mesleklere yönlendirilmemesidir. İnsanlar mutlu olabilecekleri üniversitelere ve mesleklere değil çevresinin baskısıyla, o anki popüler meslek veya okul neyse ona yönlendirilmektedir. Sonuçta insanlar ya sevmediği işi yapıyor yada okurken üniversitelerini bırakıp farklı bölümlere geçiyorlar. Üniversite sınavına giren gençlerin %35inin üniversite okuyan yada üniversite mezunlarından oluşması bu vahim tabloyu gözler önüne sermekte. Etkin yönlendirmeyle insanların sevdikleri meslekleri yapması daha mutlu bireyler ve daha mutlu bir toplum meydana getirir.
Yazımda eğitim sistemimizin bazı sorunlarına kısaca değinmeye çalıştım. Sorunlarımızın üzerine siyaset üstü bir yaklaşımla gidilmeli ve çözülmelidir. Herkesin bu konudaki tek ideolojisi çocuklarımızı geleceğe daha iyi hazırlama ve onlara daha güzel bir ülke bırakmak olmalıdır.
Bu sebeple herkes taşın altına elini koymalı ve sorumluluk almalıdır.