



Beyhan Kocamanel
BİR SANDALYE HADİSESİ
Bir hadiseyi kaleme almadan hemen önce yaptığım ilk şey konu üzerinde etraflıca düşünmek, en zor olansa o hadisenin yazmaya değer olup olmadığına karar verebilmektir. Ardından gerekli araştırmaları yaparak önce toplum ve tabi kendi vicdan süzgecimde de en ufak tortu kalmayacak şekilde objektif süzme işlemim sonrasında işim, yazımın başına geçmektir. Yazıyı yalnız anlamıyla buluşturmakla kalmayıp topluma vereceği faydayı da milimetrik olarak hesapladıktan sonra geriye kalan tek şey doğru tuşlara basabilme maharetidir. Bundan sonrası yazar için oldukça kolaydır. Yazıda yapıyı fayda ölçekli planlayan yazarın kaleminden dökülen kelimeler ince bir işçilikle cümleyi oluşturmaya başlar. Anlamıyla vuslata eren her cümle dünya gerçeği ile de aynı düzleme oturtulduktan sonra büyük bir keyifle okurun dikkatine hazır hale getirilir. Tüm bu aşamalar büyük bir titizlikle ele alınırken diğer yanda ‘’ yazıda giriş fikri geldiyse o yazı zaten gelişip bir sonuca varacaktır ‘’ dense de Hadise hadisesini ele aldığım bu yazımda durum pek öyle gelişmeyecek gibi… “Değer mi yazmaya?’’ dercesine tüm caydırıcılığıyla işaret parmağımla olan göz temasını bırakmayan delete tuşuna rağmen an itibariyle yazıyı okuyor haldeyseniz biliniz ki toplum faydası düşüncem çok daha ağır basmış demektir.
Sahne şovu adı altında anadan üryan vaziyette sandalye üzerinde garip hareketler yapan bir kadın. Kadının adı Hadise. Arapça kökenli olan ismin kelime anlamı ise vaka, olay… İsim kendi içinde olay yaratan, dikkat çeken, gündem oluşturan anlamlarını barındırıyor. Batının popüler kültür estetiğine göre ülkemizde sergilemeye çalıştığı sahne şovlarında yine batılı pop ikonlarını taklit etmeye çalışan Türk asıllı Belçika doğumlu bu şarkıcı için izlediklerim sonrası ne yazık ki kültürel arafta kalmış olmalı diye düşünüyorum. Bir aidiyet yarası olarak tanımlayabileceğim bu durumsa kültürlerin tam ortasında sıkışıp kalanlar için epey sıkıntılı olmalı. Bu noktada şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bizim kültürümüzde sanatın içinde yer alan kadın figürü kesinlikle bu değil! Olmamalı, olamamalı… Üstelik kendince sahne şovu olarak nitelendirdiği estetikten fersah fersah uzak bulduğum müzik ve beden hareketlerindeki müthiş senkronizasyon falsolarından hiç bahsetmeyeceğim bile…
Toplumdaki kadın algısını aşağıya çekerek, gözlerle tüketilen bir meta haline dönüştürme projesine su taşıdığının farkında olmayan Hadise isimli bu şarkıcı, bu amaca hizmetten başka ne yapıyor olabilir sizce? Örneklerini çoğaltabileceğimiz şekliyle bizleri kendi kültürümüzden uzaklara taşımadan gerçek aşk ve âşıkla buluşturan bir Neşet Ertaş veya duyguyu motif motif işleyerek, en derine kadar dinleyicisine sunan bir Sezen Aksu gibi müziği ile mi bizleri etkiliyor acaba?
Yoksa beni dinlemesen de olur beni izle yeter mi diyor bu arkadaş bizlere? Sahne şovu bir gösteri değil aynı zamanda o sanatçının kimliğini ve vermek istediği mesajını da yansıtan bir araçsa şayet, o halde Hadise’nin günlerdir konuşulan sandalye ile olan şu teşriki mesaisi bizlere ne anlatıyor, bilen söylesin derim. Bana göre en başta kadın görsel bir tüketim malzemesidir diyor, Hadise bizlere… Estetik ve sanattan uzak, iğrenç denilebilecek dansıyla sanatın pekâlâ şovun çok ama çok gerisinde kalabileceğini de söylüyor tabi... İçinde bulunduğu toplumun sınırlarını zorlarken, sözde sanatçı olarak herhangi bir sorumluluk hissetmediğini de üzerine basa basa vurguluyor bizim bu sandalye sever show girl…
Dijital dünyada bu gün kadın, kazan kazan yöntemiyle herhangi bir içerik üretmeksizin akıl veya hizmet üzerinden değil, uzuvlar üzerinden yapılan pazarlama ve tutundurma taktiklerinin önemli bir parçası haline getirilmiş durumda. Oysaki kadını güzel kılan detaylar kol, bacak veya dudak kıvrımında değil sanılanın aksine; akıl, sadakat ve duruşunda saklıdır. Beden parçalarına indirgenmiş güzellik tanımı ile kadın algısı günümüzde bir bütün olarak değil kol bacak vs. gibi parçalar halinde sunuma açılmış durumda ne yazık ki!
Toplumun mayasını oluşturan kadın bir zamanlar kutsal bir sırdı oysa... Sevda demekti kadın, asaletti, sadakatti, merhamet, güven demekti…’’
"Ey ay yüzlü kadın! Seninle omuz omuza olmak yalnız onur değil, zaferlerin de yarısıdır." dedirtirken kendine, cenk vakti cephede, sevda vakti göğüs kafeslerinin tam ortasındaydı bir vakit yeri... Mahrem, Antakya yöresine ait meşakkatli bir yemek tarifi sanılmaya başlandığından beri bazı başlıklar altında kadının anlamı da değiştirildi… Sahi mahrem neydi? Kutsal sayılan, gizli tutulan, saygıyla korunan demekti. O bitti… Son yıllarda gün be gün içi boşaltılan kavramlara her gün bir yenisi daha ekleniyor. Sosyal mecrada ne ürettikleri ve pazara ne sundukları muamma, açık kapalı pek çok kadın figürü ile karşı karşıyayız şimdi. Bir sabah silinmiş suratlarıyla yanlarında uyansanız korkacağınız, yüzlerdeki o kilolarca makyajlarıyla en janjanlı paketlerde nefsin hizmetine sunulan adına fenomen veya influencer denen bu kadınlar mahrem kelimesini çoktan tedavülden kaldırdılar bile. Bununla birlikte, içinde bulunduğu koşullar gereği; yaşama tutunmak, evi, ailesi, kendisi için yine bu mecralarda emek, hizmet veya fikir üreten kadınlarımızsa her daim başımız üzerinde. Başımız üzerindekiyle sandalye üzerindekini ayırt edebilmekse tabi yine senin, benim, bizim elimizde