Halil Hakan Oturak
15 TEMMUZ ÜZERİNE
Hiçbir sivil toplum örgütü, siyasi parti ya da dini cemaat devletten büyük değildir.
Çünkü devlet bir gurubu değil milletin tamamını kapsayan bizzat milletin oluşturduğu ve gerektiğinde canı pahasına savunduğu en önemli yapıdır.
15 Temmuz günü verilen mücadele bunun en büyük ispatlarından biri olarak tarihe geçmiştir.
Ancak görüyoruz ki 15 Temmuz’dan yeterince ders alınmamıştır!
Resmi hüviyeti olan ya da olmayan birtakım yapılar hala üniversitelerde, hastanelerde, postanelerde nerede nasıl bir yer tutabiliyorsa o yerlerde; kendilerinden olanları kayırmaya devam ediyorlar.
Ve görülüyor ki hepsi yaptıkları başkalarının hakkına girme ahlaksızlığını kendi inançlarına göre muhasebe etmişler ve kitaplarına uydurmuşlar. Ya da kitaplarını yaptıklarına!
Bu duruma şaşırmıyoruz elbette. Çünkü insanoğlu binlerce yıldır hak olanı haksız olanla, Kuran’ın ifadesi ile batıl ile değiştirmek konusunda oldukça mahir.
Hele bir de değişim tamamlanıp sistem kendi çıkarlarına hizmet etmeye başladı mı, işte o zaman ne tüyü bitmemiş yetimin hakkından çekinildiğini görüyoruz ne yaratıcının gönderdiği ibretlik felaketlerden ders alındığını.
İş, dönüp dolaşıp yine insanın insana yaptığı haksızlığın insan eliyle giderilmesi hususuna kalıyor. Yoksa öyle yerden birileri fırlayacak, gökten birileri inecek de bir anda bütün sistemi düzeltecek gibi bir durum söz konusu değil.
Felaket deyince hatırıma vatan şairi Mehmet Akif’in şu satıları geldi:
“Son
ders-i felâket” ne demektir? Şu demektir:
Gelmezse
eğer kendine millet, gidecektir!
Zira,
yeni bir sadmeye artık dayanılmaz;
Zira, bu sefer uyku ölümdür: Uyanılmaz!
15 Temmuz sonrası çok umutlanmıştım ancak, yukarıda genel olarak bahsettiğim durumlardan dolayı ümidim kırılmıyor değil fakat yine Akif’in ümitsizlik hakkındaki şu mısraları ile durumu toparlıyorum:
Ye’se hiç düşmeyecek zerrece imanı olan;
Sade siz derdi bulun, sonra kolaydır derman. (Yeis (ye’se) Sözlükte “ümitsiz olma, ümit kesme”)
Yukarıda devletten büyük bir yapı yoktur dedik ancak şurası kesindir ki bugün bir çoğumuzun şikayet ettiği konuların kök sebebi de çözümü de devlet mekanizmasında değildir. Çünkü bozukluk toplumun kendisinden kaynaklanmaktadır.
Çareler üzerine manifestolar, doktrinler ortaya koyulabilir ancak bu eserler “kimsenin hakkını yememe, kimseye hakkını yedirmeme, nerede ne iş ile meşgul isen görevini layıkıyla yerine getirmenin mücadelesi verme” satırları ile başlamalıdır.
Bu konuda topluma yön verecek liderlik edecek kişilerin ise Galip Erdem’in: “Yükseklerde gözümüz yoktur. Şu garip memleketin dertleri üzerine düşünülsün, şu masum milletin hakkı çiğnenmesin, yeter” ifadesi düsturları olmalıdır.
Fertlerin ve topluma yön verecek aydınların bu şekilde davrandığı bir durumda göreceğiz ki; dönüp dolaşıp işin faturasını kestiğimiz sistem kendiliğinden düzelecektir.
Atsız’ın "Mevkii için milleti feda eden değil, aksine, gerektiği zaman millet uğrunda mevkiini, hatta hayatını verebilen adam büyük adamdır” ifadesi ile sözlerimi bitirirken devlet için, millet için hayatını feda eden büyük adamları minnetle yad ediyorum. Allah onlardan razı olsun.