Prof. Dr. Mustafa Koç
Sustukça Büyür İçindeki Karanlık
Bir bakliyat eğer saklama koşullarına uygun ortamlarda saklanmıyorsa bir süre sonra içinde minik kurtçuklar oluşmaya başlar. Bu kurtçuklar dışarıdan belli olmaz fakat ilk oluştuklarında temizlenmezlerse güveye dönüşürler. O güveler bakliyatı kullanılamaz hale getirdiği gibi dışarı taşar ve bakliyatın olduğu ortamda da uçmaya, diğer yiyeceklere geçmeye başlar.
Ben insanların duygularını ifade etmemelerini, içlerinde tutmalarını da bu sürece benzetiyorum. Bir kişi, olmak istemediği huzursuzluk veren bir durumdaysa içten içe olumsuz duygular hisseder. Öfke, suçlama, hayal kırıklığı, çaresizlik… Ve kişi, hissettiği bu duyguları sağlıklı bir şekilde dışa vurmazsa yani bakliyatı minik kurtçuklardan temizlemezse tıpkı örnekte olduğu gibi insanın içi de çürür. Nasıl ki güvelenen bir pirinçten, mercimekten yemek yapılmaz; dışarı atamadığı duyguları yüzünden içi küflenen insan da tam anlamıyla yaşama adapte olamaz, potansiyelini gerçekleştirme yolunda tam performans sergileyemez.
Her ne kadar kulağa olumsuz gelse de acı veren duygular da çok doğal, insani. Üzülmek, pişman olmak, sinirlenmek insan olduğumu hissettiriyor bana. Ama insan olmanın diğer bir tarafı da hata yapmak, yanlış yapmak, kusurlu olmak ve konuşabilmek, anlatabilmek, paylaşabilmek. Ne yazık ki pek çoğumuz farkında değiliz bunun. Hatalarından, başlarına gelen kötü durumlardan utanç duyan insanlar bunları yok sayıyor, görmezden geliyor. Ya da üzücü durumlar yaşayan insanlar daha fazla bu durumla karşılaşmamak için kendi içinde kapatıyor konuyu ve kimseye açmıyor. İnsanın kendi içinde kapattığını zannettiği o konu farkında olmadan çatlak cam gibi büyüdükçe büyüyor. Sonra o çatlak cama çarpan minicik bir taş nasıl tuzla buz ediyorsa camı, içinde acılarını, utançlarını büyüten insana gelen minicik olumsuz bir durum da aynı öyle darmadağın edebiliyor insanı.
Atasözlerini ne zaman düşünsem şaşırıyorum. Ne kadar doğrular! Yaşayan, tecrübe eden insan biliyor. Atalarımız biliyorlar da söylüyorlar. Acılar, paylaştıkça azalır. Paylaşmadıkça büyür, yeni acılar yaratır. Hastalık olur kimisinde, derdinden kanser oldu derler. Bazısında da ruhunu etkiler, psikolojisini darmadağın eder, bu dert onu delirtti derler. Dilimizin söyleyemediğini vücudumuz söyler bize. Alarm verir, biz konuşmadıkça o mesajlar gönderir. Kimisinde takıntı olur çıkar ortaya; kimisinde fobiler oluşur, kaçar saklanır insan. Uykusuzluklar, unutkanlıklar, suskunluklar… Ağızdan dökülmeyen, içimize hapsettiğimiz ne varsa şekil değiştirir ama yine çıkar dışarı.
O zaman anlatalım. Derdimizi, kederimizi, sevincimizi, coşkumuzu saklamayalım kendimize. Paylaşalım ki daha az üzücü daha çok mutluluk verici olsun yaşadıklarımız. Birine anlatalım, bir kediye, köpeğe, bir deftere ama yeter ki anlatalım. Herkes hata yapar, herkes üzücü şeyler yaşar, herkes kendini dönem dönem çaresiz, zayıf hisseder. Biz sadece insan olduğumuzu unutmayalım. Anlatabildiğimiz kadar varız, insanız.
Not: Bu yazı Düzce Üniversitesi Eğitim Fakültesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Programında Yüksek Lisans öğrencisi olan ELİF ÖZİL tarafından Davranış Bozuklukları Dersi bağlamında yazılmıştır.
Elif ÖZİL