Prof. Dr. Mustafa Koç
Duygulardan mahrum ve duygularından utandırılarak büyütülen çocuklar
Çocuklar okula başlayıncaya kadar geçen sürede yaşanan deneyimler sonucunda bilişsel, duygusal ve davranışsal bir ajandaya sahip olurlar. Bu ajandanın oluşmasında en büyük pay çocuğa bakım veren kişinin onun fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarını karşılama tarzıdır denilebilir. Çocuk dünyaya geldiğinde kendisini diğer insanlardan ayırabilme becerisine sahip değildir. Bu bağlamda çocuk benmerkezcidir denilebilir. Bu benmerkezcilik aynı zamanda tek ve biricik olma özelliğini de içinde barındırmaktadır. Korteksin gelişmeye başladığı üç yaşına kadar bu şekilde düşünmesi ve bu düşünceyi destekleyecek bir bakım verilmesi önemli bir soruna neden olmaz, hata buna gerek dahi olabilir. Bu dönemde dikkat edilmesi gereken husus çocuğun fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarının dengeli, düzenli ve tutarlı bir şekilde karşılanmasıdır. İhtiyaçlarının bu şekilde yani dengeli, düzenli ve tutarlı olarak karşılanması güven duygusu ve bağımsızlık duygusunun gelişmesi için son derece önelidir.
Bu aşamadan sonra çocuğun kendilik bilinci ve bireyselleşebilmesi için verilecek bakımın niteliği ve tutarlılığı gelecek yaşamda nasıl bir birey olacağına ilişkin ön görüyü destekleyecek en önemli delil olacaktır. Bu aşamadan sonra da çocuğa her hangi bir engel konulmaz, bakım verenin iyi ve güçlü yanları alınarak kendisini her şeye gücü yeter olarak görmesi olarak tanımlanan tümgüçlülük fikri devem eder. Bu aşamada iki muhtemel sonuçtan bahsedilebilir. Birincisi, tümgüçlülük fikrini destekleyen kaynağın kaybı ile oluşacak boşluğu dolduracak herhangi bir yeteneğe sahip olmayan çocuğu bekleyen masum sonuçlar öfke, kızgınlık, saldırganlık gibi uyumsuz davranışlardır. İkincisi, bakım verme tarzı sonucu oluşan kendini her şeyin üstesinden gelebilen ve hiç kimseye muhtaç olmama durumu olarak yaşanacak tümgüçlülük algısı en küçük bir başarısızlık ya da eleştiride yerle bir olacaktır. Böyle bir durumda ise çocuğu bekleyen en masum sonuç depresyondur denilebilir.
Çocuk okula başlayıncaya kadar kendisine üç soru sorar ve yıllar içinde bu soruların cevabının ortalama olarak olumlu ya da olumsuz olarak alır ve kendine ilişkin bir yargıya varır. Çocuk ağırlıklı olarak iyi bir bakım verene sahibim, iyi bir bakım verene sahip değilim, çok iyi bir bakım verene ya da çok iyi olmayan bir bakım verene sahibimde diyebilir. Ben güvende miyim, sevilesi biri miyim ve başarabilir miyim? Sorularına verilecek cevaplar sahip olunan ebeveyne göre farklılaşabilir. Eğer bu surlara “evet” şeklinde cevap vererek kendilik bilincini oluşturur, bireyselleşmeyi başarır, benmerkezci düşünce yerine empatik düşünce başlar, görsel izlenimlerin etkisinde kalmadan düşünebilir ve deneyimlerinden ders çıkarmaya başlarsa yetişkin yaşamda kendini tanıyan, kabul eden, kendi ile barışık, potansiyelini etkin kullanabilen, yapıcı iletişime sahip sorumluklarının farkında olan ve onları üstelenen bir birey olacağını öngörebiliriz.
Eğer bu sorulara “hayır” yani güvende değilim, sevilesi biri değilim ve başaramam şeklinde cevap verecek olursa, bu durumda hissedeceği şey öz utanç duygusudur. Normal utanma duygusu çocuğun sosyalleşmesi, içinde bulunduğu gruba aidiyet duygusu geliştirmesi ve davranışlarını düzenlemek için ihtiyaç duyar. Patolojik yani hastalıklı utanma duygusu ile normal utanma duyusu arasındaki farkı belirlemenin en kolay yolu çocuğun neyden utandığını belirlemektir. Eğer çocuk kendinden utanıyorsa bu patolojik utanma duygusudur. Eğer çocuk davranışlarında utanıyor ise bu normal utanma duygusudur. Normal utanma duygusuna suçluluk duygusu da eşlik eder. Patolojik utanma duygusuna ise, değersizlik ve çaresizlik eşlik eder ki bunun sonucu ise hayatın anlamsızlığıdır denilebilir. Öz utanç duygusu hemen bu sonuca ulaştırır mı? Sorusu burada önem kazanmaktadır. Öz utanç duygusunun çocuğu hemen bu sonuca ulaştırmaz. Öncelikle bu durumla baş edebilmek için uğraşır, bir çözüm bulmaya ve bir çıkış aramaya çalışır. Seçilen ilk yöntem kusursuz olmak ve mükemmel olmaktır. Risk alamazlar, sömürücü arkadaş seçerler ve yalnız kalmaya katlanamazlar. Özellikle narsist ebeveynlerle büyüyen çocuklar risk altındadır. Çünkü bu ebeveynler çocuklarını duygu düzenlemem aracı olarak kullanırlar. Çocuk hem özel, biricik ve eşşiz olmayı yaşarken aynı anda değersiz, işe yaramaz ve beceriksiz olmayı da yaşayabilir. Bu çocuklar gündüz melek gece ise tam tersi bir yapıda olmayı öğrenirler. Şunu unutmayalım ki, çocuk tamamen iyi bir bakım verene sahip olmayı ya değil tamamen iyi olmayan bir bakım vereni de kabul etmek durumundadır. Hiçbir bakım verene (anneye) sahip olmamaktansa iyi olmasa da bir anneye sahip olmayı tercih ediyor.
Yukarıda ortaya konan durumların dışında gelişim sürecinde belki de en önemli faktörü göz ardı ediyoruz diye düşünüyorum. Çocuk yetiştirme sürecinde yukarıda belirtilen durumlara ek olarak bir çok faktör ve her bir faktörün yetişkin yaşama olan yansımaları hakkında bir farkındalığa sahip olunduğumuzu düşünüyorum. Bilişsel düzeydeki bu farkındalığa eşlik edecek bir tutuma ve beceriye sahip olmayı da başarırsak iyi bir noktada oluruz. Bütün bu sürecin daha etkin ve işlevsel olmasını sağlayacak faktörü de sürece dahil edebilirsek sonuç çak daha iyi olabilir. Bu faktör, çocuk yetiştirme sürecinde duyguların iletişim aracı olarak kullanılmasıdır. Var olan tablo, çocukların duygularında habersiz ebeveynler, ebeveynlerin duygularında habersiz çocuklar, birbirilerinin duygularından habersiz çocuklar ve birbirilerinin duygularından habersiz ebeveynler, duygularını bastıran çocuklar, hissettiği duygu ile dışa vurduğu duygular farklı olan çocuklar, ne hissettiğinin farkında olmayan çocuklar ve duygularından utandırılan çocuklar. Çocuğun yaptığı davranışların diğer insanlar üzerinde bir etkisi olduğunu fark etmesi ve kabullenmesi sosyalleşme ve hatta her fırsatta atıf yapılan empati becerisinin de temelini oluşturur. Gelişim sürecinde yaşanılan iki durumdan biri, çocuğun yaptığı hiçbir davranışa bu bağlamda yani duygusal bağlamda bir geribildirim verilmemesidir. Yaptığı davranışın diğer insanlar üzerindeki duygusal sonucunun bilmeden büyüyen bir çocuk yetişkin yaşamada sağlıklı ve yapıcı bir iletişim geliştirmesi neredeyse mümkün değildir. İkincisi ise, çocuğun hissettiği duygularla alay edilmesidir. Çocuk korktuğunu söylediğinde bakım verenin çocuğun bu duyguya ilişkin ne düşündüğünü, bu duyguyu içsel dünyasında ne boyutta ve nasıl yaşadığı belki de en önemlisi bu duygu ile kendisinin nasıl ilişkilendirdiğidir. Çocuğun yaşadığı duyguların göz ardı edilmesi ve yaşanan duygularla alay edilmesi sonucu çocuk duygularını dışa vurmak yerine içe atarak yaşayacaktır. İçe atılan bu duyguların daha sonra nasıl bir tabloya dönüşeceğini tahmin etmek zor değil sanırım. “Neden ve Niye” ile başlayan ve sadece davranışlara yönelik sorgulamalara ve bu sorgulamalara dayalı savunmaların yapıldığı iletişim süreci sonucunda, tükenmişlik, çaresizlik, anlaşılmazlık, yalnızlık, aidiyet duygusunun azalması, motivasyon kaybı, başarı düşüklüğü, dikkat eksikliği, hiperaktivite, devamsızlık, önceliklerini belirlemede zorlanan, sıra koyma becerisi düşük, bir işi başlatabilme motivasyonu olmayan, başlayan dikkati ve odağı sürdüremeyen, hayal kırıklıklarını yönetemeyen, duygu düzenleme becerisi düşük, çalışana hafızayı etkin kullanamayan, hatırlama düzeyi düşük, kendini kontrol edebilme becerisi olmayan, kendine yetmeyen, okul terki ve ruh sağlığı kliniği…….