Hayat; sabırla sınar insanı…
En çok da haklı olduğunda, en çok da sıkıştığında, en çok da bastırdığında öfkeni…
Bir anlık parlamanın, bir anda göz kararmasının; kimi zaman dört duvar arasında geçen yıllara, kimi zaman mezarlıklarda bir ömre mal olduğunu kaç kişi gerçekten idrak ediyor?
Bugün sokaklar, caddeler, otobüsler, marketler, otoparklar hatta asansörler bile öfke kusan insanlarla dolu.
Küçücük bir laf, bir omuz teması, basit bir korna sesi, hatta göz teması bile patlamaya hazır barut fıçısına dönüşüyor. Çünkü insanlar yorgun… Çünkü insanlar öfkesini yönetemiyor… Çünkü insanlar kendileriyle kavgalı…
Ama işin en korkunç tarafı şu:
Artık birçoğu, içeri girse bile “nasılsa af çıkar” rahatlığıyla suç işlemeye hazır halde dolaşıyor.
Bu vicdan yoksunluğu; hukuk sisteminin boşluklarında gezinip, masumların hayatına mal oluyor.
Siz ister engelli olun ister engelsiz; fark etmiyor.
Öfkenin hedefinde olmanız için sadece “orada” olmanız yeterli artık. Oysa insan dediğin, önce nefsiyle savaşmalı.
Önce kendine hâkim olmalı.
Çünkü güçlü olmak, bilekte değil beyindedir.
Susturabildiğin dilin, tutabildiğin elin, bastırabildiğin öfken varsa sen gerçekten insansın.
ENGELLİ BİREYLER İÇİN BU DÜNYA ZATEN YETERİNCE SERT… Engelli bireylerin yaşadığı her gün, başlı başına bir savaş alanı…
Kimi bastonuyla yönünü bulmaya çalışıyor, kimi tekerlekli sandalyesiyle çukurlardan kaçmaya…
Kimisi asansörsüz bir binada dört katı gözleriyle değil, yüreğiyle çıkıyor.
Bu mücadele zaten yeterince yıpratıcıyken, üzerine bir de toplumun öfkesi, hoyratlığı, duyarsızlığı binince; o birey artık sadece fiziksel değil, ruhsal anlamda da yıkılıyor.
Engelsiz bireyler bu gerçekliği çoğu zaman göremiyor. Çünkü “görmek” için sadece göz yetmiyor, kalp gerek, vicdan gerek, empati gerek… SEVDİKLERİNİZİ YETİM BIRAKMAYIN… Bir anlık tartışma…
Bir “sen bana nasıl konuşursun?”
Bir “bir daha söylesene”…
Ve sonrası…
Ya karakol, ya adliye, ya morg…
Düşünün…
Siz içeridesiniz, Eşiniz dışarıda perişan…
Çocuğunuz her gece “babam ne zaman gelecek” diye soruyor…
Anneniz dua ediyor, kardeşiniz sessizce ağlıyor…
Yok yere…
Sadece bir kelimeyi yutamadığınız için.
Sadece birkaç saniyeliğine susamadığınız için.
Sadece “bırak gitsin” diyemediğiniz için…
Oysa yaşamak daha güzel değil mi?
Birlikte kahvaltı yapmak, çocuklarınıza sarılmak, eşinizle yürüyüşe çıkmak…
Bir tartışma uğruna tüm bunları feda etmeye gerçekten değer mi? TOPLUMSAL DUYARLILIK, BİREYSEL ERDEMLE BAŞLAR İster engelli ister engelsiz olsun, herkesin en büyük sorumluluğu önce insan kalabilmektir.
Yalnızca kendini değil, karşısındakini de gözetmektir.
Bir bakışla değil, bir kalple değerlendirmektir olayları.
İnsanlar; öfkenin, kırgınlığın, haklılığın arkasına saklanıp saldırganlaşıyor.
Ama unutulan şu:
Bir adım geri atmak, her zaman kaybetmek değildir.
Bazen geri adım; bir hayattan, bir hayalden, bir aileden vazgeçmemektir. VE UNUTMA: HAYATIN KIYMETİ BİR TEK SÖZDE GİZLİDİR… DEĞMEZ. Ne tartışmaya…
Ne kavgaya…
Ne hapse…
Ne bir mezara…
Ne ardında ağlayanlara… Gerçekten değmez. Sen susarak büyürsün.
Sen alttan aldıkça kazanırsın.
Sen yaşadıkça daha çok sevilirsin.
Çünkü hayat, haklı olmaktan ibaret değil.
Hayat, hayatta kalmak…
Hayat, huzurla yaşamak…
Hayat, sevdiklerinin gözyaşını değil, gülüşünü görmektir.  REHBER KOORDİNATÖR
MİLLİ YÜZÜCÜ
BAĞIMSIZ YAŞAM KOÇU
ENGELLİ HAK SAVUNUCUSU
YAZAR – ŞAİR – BİLGİSAYAR YAZILIMCISI
SAKARYALI YUSUF DURDURMUŞ