HaberHendek.Com Reklamları HaberHendek.Com Reklamları HaberHendek.Com Reklamları HaberHendek.Com Reklamları
Betül Küçük Bakaç

Betül Küçük Bakaç

SOSYALLEŞME 3

Yazar: Betül Küçük Bakaç
Tarih:
Okunma: 15760
Yorum: 0
Yazı Boyutu:
Paylaş:

İnsan dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren bağlanma, bağ kurma eğiliminde olur.  Bağlanma deneyimleri bireylerin kişiler arası ilişkilerde nasıl bir tutum sergileyeceğini büyük ölçüde etkiler (Bowlby, 1973). Dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin gereksinimi sadece gıda değil aynı zamanda ilk bakım veren ile kurulan iletişim ve güvenli bağdır. Duygusal bağ kurma ve güven duygusu geliştirme süreci toplumun en küçük yapıtaşı olan aile de başlar. Bağlanma ve bağ kurma, insanların duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olan önemli kavramlardır.

Bu bakım ve sevgi, insanın büyüyüp gelişmesini sağlar, ona dünyayı anlama, öğrenme ve topluma katılma fırsatı sunar. Birey topluma uyum sağlayamadığında onun bir parçası olmakta zorlandığında, hayat ve gelişim sürecinde aksaklıklar meydana gelir (Gilbert, 2001).

 

Telli, İnsan ilişkilerini; “İnsanların birbirleriyle bireysel ve grup olarak her türlü alış veriş ve etkileşimidir” diye tanımlar.  İnsanların birbirleriyle etkileşimi sonucu ortak bir yaşam alanı ortaya çıkar. Ortak alışkanlıklar, davranışlar, kararlar ve görüşler oluşur. Bütün bunlar grubu oluşturan bireylerin ahenk içinde yaşamlarını kanalize eder ve kolaylaştırır (Telli, 2008).İnsanlık tarihine baktığımızda bütün canlıların etkileşim ve iletişime varoluşsal bir amaç uğrunda gereksinim duyduğunu görmekteyiz. Huzurlu bir toplumun oluşmasında sosyal iletişimin kurulmasının büyük önemi vardır. Nitekim insanoğlu sosyal bir varlık olarak yaratılmıştır (Telman, Uzunkoca 2018).Sosyal bir varlık olarak insanın en belirgin özelliklerinden biri,  özellikle birinci dereceden yakınlar olan aile daha sonrasında dost, akraba ve diğer insanlarla nitelikli iletişim kurmasıdır. Ancak iletişim kurmak tek başına yeterli olmamaktadır. Kurduğumuz ilişkilerin niteliği yaşamımızı büyük ölçüde etkiler. Bu ilişkiler bizi mutlu veya mutsuz edebilir ( Uzunkoca, Telman, 2018).

 

Günlük yaşamda kurduğumuz ilişkiler bizi iyi veya kötü etkileyebilir. Bu durumu anlamak ancak yeteri kadar deneyim kazandığımızda gerçekleşecektir. Genel olarak iletişimi etkileyen faktörler beraberinde sosyalleşmeyi de etkiler. Bu faktörler; kişilere özgü faktörler, çevreye özgü faktörler, iki ana gruptan oluşur. Etkileşimde bulunan insanların geçmişten öğrendiği yaşantılar, kişisel özellikleri, kültürleri, duygu ve değerleri ve bunlar gibi birçok özellik sosyalleşme ve iletişim süreçlerini olumlu veya olumsuz etkiler (Kaya, 2021:25). Kişilerarası iletişim insanın psikolojik gereksinimlerinden biridir. Bir başka deyişle insan etkileşim kurarak öğrenir ve gelişir. Herhangi bir gelişim düzeyinde veya durumunda hangi yaşta olursa olsun bireyin yalnızlaşması veya yok sayılması psikolojik olarak sosyal kaygı düzeyince artış veya depresif ruh halini artıracak, böylelikle toplumdan soyutlanmasını beraberinde getirecektir.

Carl Rogers'a göre, her birey doğuştan mutluluğu arar ve içsel potansiyellerini geliştirmek ister; bu, insanın doğasında bulunan temel bir özelliktir. Rogers'a göre, bir kişinin benlik bilinci, o kişinin kendisiyle ilgili düşüncelerini, algılamalarını ve kanaatlerini içerir. Ancak olumlu bir benlik bilinci geliştirebilmek için, bireyin koşulsuz sevgi içinde yetiştirilmesi önemlidir. Koşulsuz sevgi, bireyin ne yaparsa yapsın sevgi ve saygıya layık olduğunu hissetmesini sağlar. Bireyin hayatında sosyalleşme ve iletişim olmadığı takdirde fiziksel ve psikolojik olarak sağlığı olumsuz etkilenir.

1991 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) araştırmacılarından oluşan bir panelde, yaşam kalitesi için birleştirici ve kültürlerarası bir tanım geliştirilmiştir. Bu tanıma göre yaşam kalitesi, ‘‘bireyin yaşamakta olduğu kültürel bağlam ve değer sistemi içinde, pozisyonunu, hedeflerini, beklentilerini ve sosyal ilişkilerini algılaması” olarak tanımlamıştır. (Berlim ve Fleck, 2003).

Kısaca,  sosyalleşme, kişinin grup normlarına uyması, belirlenen salt gerçeklik içinde yaşamını sürdürmesi ve bunları deneyimleyerek öğrenmesini sağlayan süreçtir. (Dönmezer, 1984:141).

(Yavuzer, 1979: 20),  bireyin sosyalleşmesini başlıca üç sosyolojik ilkeye dayandırmaktadır;

1. Birey, sosyal davranışları, toplumu oluşturan bireyler ile etkileşim halindeyken öğrenir.

2. Bireyin ne öğreneceği ve nelerden etkilenip yaşamını anlamlaştıracağı, içinde yaşadığı toplumun kültürü ile belirlenir.

3. Bireyin öğrenimi yaşamı boyunca devam eden bir süreçtir ve sosyal organizasyonlara ancak etkin bir biçimde katılmasıyla gelişir.

 

Aile ve akrabalık ilişkileri

Aile, bireylerin sosyal hayatındaki davranışlarını etkileyen ve değiştiren önemli sosyalleşme ajanlarından biridir. Aile kurumu, bireyin genel sosyalizasyon sürecine katkıda bulunduğu gibi, dinî sosyalizasyon üzerinde de çok yönlü bir etkiye sahiptir. Aile, bir dinî kültür aktarıcısı olarak, bireyin dinî inançlarını, değerlerini ve pratiklerini öğrenmesinde önemli bir rol oynar (Arı, 2023). Aile, bir toplum içinde bir araya gelmiş, birbirine duygusal ve genellikle biyolojik bir bağ ile bağlı bireylerden oluşan sosyal birimdir. Aile kavramı, kültürel, sosyal ve hukuki bağlamlarda farklılık gösterebilir. Temelde, aile, birlikte yaşayan ve genellikle birbirleri arasında çeşitli sosyal, ekonomik ve duygusal rolleri paylaşan bireylerden oluşur. Bireyin ilk iletişimi aile içinde gerçekleştiği için, kendisini ifade edebilmesi ve benlik saygısının gelişimi aile ortamı sayesinde temel alır. Olumlu iletişim becerileri ancak ileride yetişkin olarak hayatını devam ettirecek çocuğun, fikirlerine önem verildiği sadece bakıma muhtaç bir çocuk değil onunda bir birey olduğu bilincinde ebeveyn ve bakım verenler sayesinde gelişir. Bireyin benlik bilinci, çocukluktan itibaren çevresindeki insanlar tarafından nasıl değerlendirildiği, sevgi ve saygı duygularının temelleri üzerine inşa edilir. Olumlu bir benlik bilinci, bireyin kendi değerini anlaması ve başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için kritiktir. Rogers'ın vurguladığı koşulsuz sevgi kavramı, bireyin kabul görmesi ve sevilmesi için şart koşulmamasını ifade eder. Bu, bireyin gerçek kimliğini ifade etmesini ve potansiyelini özgürce keşfetmesini sağlar. Koşulsuz sevgi, bireyin kendisiyle barışık olmasını ve olumlu bir benlik algısı geliştirmesini destekler. Bu koşulsuz sevgi aile de başlar. Bireyin içsel mutluluğu ve potansiyeli, koşulsuz sevgi ile desteklenmiş olması olumlu bir benlik bilinci oluşturur.

Aile hem etik değerlerin devamlılığını sağlayan hem de etik değerler aracılığıyla devamlılığı sağlanan bir kurumdur. Aile öteki ile karşılaşılan ilk kurum sayılır ve öz benliği oluşturan ana etmenlerdendir. Aile ortamı içinde en yakın öteki olarak ben’in dışındaki fertler sayesinde insan öteki’ne karşı genel eğilimini belirleyebilir. (Tarhan, 2021).

Dostlar ve akrabalar arasındaki ziyaretler, sosyal destek ağlarını güçlendirir ve bu da bireylerin manevi yaşamlarına olumlu bir katkı sağlayabilir. Manevi ilişkiler, bireylerin içsel huzurunu artırabilir. Bu tür ilişkiler, bireylerin yaşamın anlamını daha derinlemesine düşünmelerine yol açabilir ve manevi olarak tatmin edici deneyimler sunabilir.

2.3. Ziyaretler

"Ziyâra", birini veya bir yeri görmeye gitme anlamına gelir (Kandemir, 1978-86). Bu kelime kökeniyle ilişkili olarak "zevr" kelimesi, ziyaret etmek ve ziyaret eden anlamlarında kullanılır. Ziyaret eden anlamında ise "zâir" kelimesi daha yaygın bir terimdir. Ziyaret, kalpler arasında sevgi ve saygıyı perçinleyen, maddi ve manevi yardımlaşmayı kucaklayan, insanlar arasındaki bağı güçlendiren anlamlı bir davranış biçimidir. İnsanlar ve ziyaret, adeta birbirlerinden ayrılamayacak kadar özdeş kavramlardır. Ziyaret etmek, sadece fiziksel bir varlığın mekânda bulunması değil, aynı zamanda gönül almayı, samimiyeti, hürmeti ifade etmeyi ve birbirimize duyduğumuz saygıyı sergilemeyi içerir (Çelikkaya, 1973). Bu özel eylem, insanlar arasında derin bir bağ oluşturarak birbirlerini anlama ve anlamlandırma sürecine katkı sağlar. Ziyaretin içsel zenginliği, sadece fiziksel bir varlık değil, aynı zamanda birbirimize olan duygusal ve ruhsal bağlılığımızı güçlendirme potansiyeli taşır. Zira ziyaret, sadece yüz yüze geçen bir an değil, aynı zamanda bir dostluğun, bir ailenin veya topluluk bağlarının güçlendirildiği bir ritüeldir. Ülkemiz, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan zengin bir kültür mozaiğine sahip Anadolu coğrafyası üzerinde konumlanmaktadır. Modern toplum olma sürecinde, geleneksel yapılardan modern bir düzene geçiş yaşanmış, bu da ülkemizin sosyal ve kültürel dokusunu derinden etkilemiştir. Anadolu'nun toprakları, tarih boyunca Perslerden Roma İmparatorluğu'na, Bizans'tan Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları'na kadar birçok farklı medeniyete ev sahipliği yaparak kültürel zenginliğini artırmıştır (Keskin, 1989).

 

Yorumlar

Lütfen aşağıda yer alan yorum yazma kurallarına dikkat ediniz.
  • Türkiye Cumhuriyeti yasalarına aykırı, suç veya suçluyu övme amaçlı yorumlar yapmayınız.
  • Küfür, argo, hakaret içerikli, nefret uyandıracak veya nefreti körükleyecek yorumlar yapmayınız.
  • Irkçı, cinsiyetçi, kişilik haklarını zedeleyen, taciz amaçlı veya saldırgan ifadeler kullanmayınız.
  • Türkçe imla kurallarına ve noktalama işaretlerine uygun cümleler kurmaya özen gösteriniz.
  • Yorumunuzu tamamı büyük harflerden oluşacak şekilde yazmayınız.
  • Gizli veya açık biçimde reklam, tanıtım amaçlı yorumlar yapmayınız.
  • Kendinizin veya bir başkasının kişisel bilgilerini paylaşmayınız.
  • Yorumlarınızın hukuki sorumluluğunu üstlendiğinizi, talep edilmesi halinde bilgilerinizin yetkili makamlarla paylaşılacağını unutmayınız.