Betül Küçük Bakaç
SOSYALLEŞME 3
İnsan dünyaya gözlerini açtığı andan itibaren bağlanma, bağ
kurma eğiliminde olur. Bağlanma
deneyimleri bireylerin kişiler arası ilişkilerde nasıl bir tutum
sergileyeceğini büyük ölçüde etkiler (Bowlby, 1973). Dünyaya yeni gelmiş bir
bebeğin gereksinimi sadece gıda değil aynı zamanda ilk bakım veren ile kurulan
iletişim ve güvenli bağdır. Duygusal bağ kurma ve güven duygusu geliştirme
süreci toplumun en küçük yapıtaşı olan aile de başlar. Bağlanma ve bağ kurma,
insanların duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamalarına yardımcı olan
önemli kavramlardır.
Bu bakım ve sevgi, insanın büyüyüp gelişmesini sağlar, ona
dünyayı anlama, öğrenme ve topluma katılma fırsatı sunar. Birey topluma uyum
sağlayamadığında onun bir parçası olmakta zorlandığında, hayat ve gelişim
sürecinde aksaklıklar meydana gelir (Gilbert, 2001).
Telli, İnsan ilişkilerini; “İnsanların birbirleriyle
bireysel ve grup olarak her türlü alış veriş ve etkileşimidir” diye
tanımlar. İnsanların birbirleriyle
etkileşimi sonucu ortak bir yaşam alanı ortaya çıkar. Ortak alışkanlıklar,
davranışlar, kararlar ve görüşler oluşur. Bütün bunlar grubu oluşturan
bireylerin ahenk içinde yaşamlarını kanalize eder ve kolaylaştırır (Telli,
2008).İnsanlık tarihine baktığımızda bütün canlıların etkileşim ve iletişime
varoluşsal bir amaç uğrunda gereksinim duyduğunu görmekteyiz. Huzurlu bir
toplumun oluşmasında sosyal iletişimin kurulmasının büyük önemi vardır. Nitekim
insanoğlu sosyal bir varlık olarak yaratılmıştır (Telman, Uzunkoca 2018).Sosyal
bir varlık olarak insanın en belirgin özelliklerinden biri, özellikle birinci dereceden yakınlar olan
aile daha sonrasında dost, akraba ve diğer insanlarla nitelikli iletişim
kurmasıdır. Ancak iletişim kurmak tek başına yeterli olmamaktadır. Kurduğumuz
ilişkilerin niteliği yaşamımızı büyük ölçüde etkiler. Bu ilişkiler bizi mutlu
veya mutsuz edebilir ( Uzunkoca, Telman, 2018).
Günlük yaşamda kurduğumuz ilişkiler bizi iyi veya kötü
etkileyebilir. Bu durumu anlamak ancak yeteri kadar deneyim kazandığımızda
gerçekleşecektir. Genel olarak iletişimi etkileyen faktörler beraberinde
sosyalleşmeyi de etkiler. Bu faktörler; kişilere özgü faktörler, çevreye özgü
faktörler, iki ana gruptan oluşur. Etkileşimde bulunan insanların geçmişten
öğrendiği yaşantılar, kişisel özellikleri, kültürleri, duygu ve değerleri ve
bunlar gibi birçok özellik sosyalleşme ve iletişim süreçlerini olumlu veya
olumsuz etkiler (Kaya, 2021:25). Kişilerarası iletişim insanın psikolojik
gereksinimlerinden biridir. Bir başka deyişle insan etkileşim kurarak öğrenir ve
gelişir. Herhangi bir gelişim düzeyinde veya durumunda hangi yaşta olursa olsun
bireyin yalnızlaşması veya yok sayılması psikolojik olarak sosyal kaygı
düzeyince artış veya depresif ruh halini artıracak, böylelikle toplumdan
soyutlanmasını beraberinde getirecektir.
Carl Rogers'a göre, her birey doğuştan mutluluğu arar ve
içsel potansiyellerini geliştirmek ister; bu, insanın doğasında bulunan temel
bir özelliktir. Rogers'a göre, bir kişinin benlik bilinci, o kişinin kendisiyle
ilgili düşüncelerini, algılamalarını ve kanaatlerini içerir. Ancak olumlu bir
benlik bilinci geliştirebilmek için, bireyin koşulsuz sevgi içinde
yetiştirilmesi önemlidir. Koşulsuz sevgi, bireyin ne yaparsa yapsın sevgi ve
saygıya layık olduğunu hissetmesini sağlar. Bireyin hayatında sosyalleşme ve
iletişim olmadığı takdirde fiziksel ve psikolojik olarak sağlığı olumsuz
etkilenir.
1991 yılında Dünya Sağlık Örgütü (WHO) araştırmacılarından
oluşan bir panelde, yaşam kalitesi için birleştirici ve kültürlerarası bir
tanım geliştirilmiştir. Bu tanıma göre yaşam kalitesi, ‘‘bireyin yaşamakta
olduğu kültürel bağlam ve değer sistemi içinde, pozisyonunu, hedeflerini,
beklentilerini ve sosyal ilişkilerini algılaması” olarak tanımlamıştır. (Berlim
ve Fleck, 2003).
Kısaca, sosyalleşme,
kişinin grup normlarına uyması, belirlenen salt gerçeklik içinde yaşamını
sürdürmesi ve bunları deneyimleyerek öğrenmesini sağlayan süreçtir. (Dönmezer,
1984:141).
(Yavuzer, 1979: 20),
bireyin sosyalleşmesini başlıca üç sosyolojik ilkeye dayandırmaktadır;
1. Birey, sosyal davranışları, toplumu oluşturan bireyler
ile etkileşim halindeyken öğrenir.
2. Bireyin ne öğreneceği ve nelerden etkilenip yaşamını
anlamlaştıracağı, içinde yaşadığı toplumun kültürü ile belirlenir.
3. Bireyin öğrenimi yaşamı boyunca devam eden bir süreçtir
ve sosyal organizasyonlara ancak etkin bir biçimde katılmasıyla gelişir.
Aile ve akrabalık
ilişkileri
Aile, bireylerin sosyal hayatındaki davranışlarını etkileyen
ve değiştiren önemli sosyalleşme ajanlarından biridir. Aile kurumu, bireyin
genel sosyalizasyon sürecine katkıda bulunduğu gibi, dinî sosyalizasyon
üzerinde de çok yönlü bir etkiye sahiptir. Aile, bir dinî kültür aktarıcısı
olarak, bireyin dinî inançlarını, değerlerini ve pratiklerini öğrenmesinde
önemli bir rol oynar (Arı, 2023). Aile, bir toplum içinde bir araya gelmiş,
birbirine duygusal ve genellikle biyolojik bir bağ ile bağlı bireylerden oluşan
sosyal birimdir. Aile kavramı, kültürel, sosyal ve hukuki bağlamlarda farklılık
gösterebilir. Temelde, aile, birlikte yaşayan ve genellikle birbirleri arasında
çeşitli sosyal, ekonomik ve duygusal rolleri paylaşan bireylerden oluşur.
Bireyin ilk iletişimi aile içinde gerçekleştiği için, kendisini ifade
edebilmesi ve benlik saygısının gelişimi aile ortamı sayesinde temel alır.
Olumlu iletişim becerileri ancak ileride yetişkin olarak hayatını devam
ettirecek çocuğun, fikirlerine önem verildiği sadece bakıma muhtaç bir çocuk
değil onunda bir birey olduğu bilincinde ebeveyn ve bakım verenler sayesinde
gelişir. Bireyin benlik bilinci, çocukluktan itibaren çevresindeki insanlar
tarafından nasıl değerlendirildiği, sevgi ve saygı duygularının temelleri
üzerine inşa edilir. Olumlu bir benlik bilinci, bireyin kendi değerini anlaması
ve başkalarıyla sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için kritiktir. Rogers'ın
vurguladığı koşulsuz sevgi kavramı, bireyin kabul görmesi ve sevilmesi için
şart koşulmamasını ifade eder. Bu, bireyin gerçek kimliğini ifade etmesini ve
potansiyelini özgürce keşfetmesini sağlar. Koşulsuz sevgi, bireyin kendisiyle
barışık olmasını ve olumlu bir benlik algısı geliştirmesini destekler. Bu
koşulsuz sevgi aile de başlar. Bireyin içsel mutluluğu ve potansiyeli, koşulsuz
sevgi ile desteklenmiş olması olumlu bir benlik bilinci oluşturur.
Aile hem etik değerlerin devamlılığını sağlayan hem de etik
değerler aracılığıyla devamlılığı sağlanan bir kurumdur. Aile öteki ile
karşılaşılan ilk kurum sayılır ve öz benliği oluşturan ana etmenlerdendir. Aile
ortamı içinde en yakın öteki olarak ben’in dışındaki fertler sayesinde insan
öteki’ne karşı genel eğilimini belirleyebilir. (Tarhan, 2021).
Dostlar ve akrabalar arasındaki ziyaretler, sosyal destek
ağlarını güçlendirir ve bu da bireylerin manevi yaşamlarına olumlu bir katkı
sağlayabilir. Manevi ilişkiler, bireylerin içsel huzurunu artırabilir. Bu tür
ilişkiler, bireylerin yaşamın anlamını daha derinlemesine düşünmelerine yol
açabilir ve manevi olarak tatmin edici deneyimler sunabilir.
2.3. Ziyaretler
"Ziyâra",
birini veya bir yeri görmeye gitme anlamına gelir (Kandemir, 1978-86). Bu
kelime kökeniyle ilişkili olarak "zevr"
kelimesi, ziyaret etmek ve ziyaret eden anlamlarında kullanılır. Ziyaret eden
anlamında ise "zâir"
kelimesi daha yaygın bir terimdir. Ziyaret, kalpler arasında sevgi ve saygıyı
perçinleyen, maddi ve manevi yardımlaşmayı kucaklayan, insanlar arasındaki bağı
güçlendiren anlamlı bir davranış biçimidir. İnsanlar ve ziyaret, adeta
birbirlerinden ayrılamayacak kadar özdeş kavramlardır. Ziyaret etmek, sadece
fiziksel bir varlığın mekânda bulunması değil, aynı zamanda gönül almayı,
samimiyeti, hürmeti ifade etmeyi ve birbirimize duyduğumuz saygıyı sergilemeyi
içerir (Çelikkaya, 1973). Bu özel eylem, insanlar arasında derin bir bağ
oluşturarak birbirlerini anlama ve anlamlandırma sürecine katkı sağlar.
Ziyaretin içsel zenginliği, sadece fiziksel bir varlık değil, aynı zamanda
birbirimize olan duygusal ve ruhsal bağlılığımızı güçlendirme potansiyeli
taşır. Zira ziyaret, sadece yüz yüze geçen bir an değil, aynı zamanda bir
dostluğun, bir ailenin veya topluluk bağlarının güçlendirildiği bir ritüeldir.
Ülkemiz, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan zengin bir
kültür mozaiğine sahip Anadolu coğrafyası üzerinde konumlanmaktadır. Modern
toplum olma sürecinde, geleneksel yapılardan modern bir düzene geçiş yaşanmış,
bu da ülkemizin sosyal ve kültürel dokusunu derinden etkilemiştir. Anadolu'nun
toprakları, tarih boyunca Perslerden Roma İmparatorluğu'na, Bizans'tan Selçuklu
ve Osmanlı İmparatorlukları'na kadar birçok farklı medeniyete ev sahipliği
yaparak kültürel zenginliğini artırmıştır (Keskin, 1989).