Selin Güneş
Mavi Gözlü Bir Dev
Bir milleti almış; sanki anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğurmuş, bombaların patladığı zemininin üzerine çiçekler dikmiş ve gitmiş. İşte bu yazı onunla ilgili.
1881’de güzel gözlerini Selanik’teki 3 katlı pembe bi evde açtı, aynı zamanda geleceğe de bi güneş gibi doğdu. Bakışlarından sevgi akan annesi Zübeyde Hanım ve küçücük yaşta kaybettiği babası Ali Rıza Bey’in 5. çocuğuydu. Diğer çocuklarını daha bebekken toprağa verdikleri için annesiyle babası; kız kardeşi Makbule Hanım’la Mustafa Kemal’i çok severlermiş. Bu sevgi içinde düşe kalka büyürken okula gitmeye başlar. Hiçbirinin gönlü kırılmasın diye önce annesinin; sonra babasının okumasını istediği okula geçer. Belki farkında değildir Şemsi Efendi Mektebi’ne geçerken babasının son isteğini yerine getirdiğinin. Ve hayatında bir daha yerini dolduramayacağı bir kayıp verir, babası. Babasını da kaybedince bir süre Rapla Çiftliği’nde dayısının yanında kalır. Ardından Selanik Mülkiye Rüştiyesine gider ve hayatının geri kalanını değiştirecek bir karar alır; Selanik Askeri Rüştiyesi sınavlarına girer, okula girmeye hak kazanır. İşte bundan sonrası da bizim bu günlere gelişimizin hikayesi:
Ülke ciddi anlamda zor bir durumdaydı, bir savaşın başlayacağı kesindi; galip çıkacak tarafta olmamız gerektiği de. Fakat sonuç, 1. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında girmemiz ve yenik olarak ayrılmamızla sonuçlandı. İşte bu savaşta yenilmeyen ve düşmanı püskürtmeyi başaran tek bir cephe var; o da Çanakkale Cephesi ki komutanının kim olduğunu söylememe gerek yoktur umarım; Mustafa Kemal Paşa.
İşte biz tam yenilmişken ve tehlike altındayken, topraklarımız da insanlarımız da tehlikedeyken kalbi vatan sevgisiyle dolu olan biri 19 Mayıs 1919’da bir vapura bindi; ve kurtuluş mücadelesi böylece başlamış oldu. Genelgeler yayınladı, kongreler yaptı, sesini çıkarmamasını istedikleri milletimizin önce sesi; sonra nefesi oldu, ve başardı. Düşmanları, gözleri kadar mavi olan denize döktü ve onlar giderken ardına dahi bakmadı. Kendilerine ait olmayanlara el uzatmayı hak görenler bir bakışını bile hak etmiyordu çünkü.
Savaşı kazanmıştık ama ya bundan sonrası? Saltanatı kaldırdı, cumhuriyeti ilan etti; halifeliği de kaldırdı. Milleti söz sahibi yaptı, ‘Ey Türk Kadını, sen yerlerde sürünmeye değil; omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın’ dedi, kadınlara seçme ve seçilme hakkı verdi. Yeri geldi geçti kara tahtanın başına, yeni harfleri tanıttı; öğretmen oldu. Yani kısacası milletinin daha ileri gitmesi için ne olması gerekiyorsa o oldu.
Ardından bir Kasım sabahı,10 Kasım 1938’de kapattı gözlerini bu dünyaya, sonra da bir daha açmadı. Bir siren sesi yükseldi Dolmabahçe’den, sanki hiç dinmedi 79 yıldır. Biri hiç görülmeden de sevilebilir, özlenebilir çünkü. Çalan o siren sesi kalplerde koskocaman bir yara açar işte sırf bu yüzden. Ve her yıl 10 Kasım’da saat 9’u 5 geçe bir saat durur, bir daha da hiç çalışmaz.
Kelimelere sığmayan bir özlemle..