Halil Hakan Oturak
Mesele adalet değil mesele güven
15 Temmuz darbe teşebbüsünün yıl dönümüne yaklaşırken, ülkemizin içinde bulunduğu durumu hepimizin gözden geçirmesinde fayda var.
O karanlık geceden önce memlekette ne yaşanmıştı?
O gece neler oldu ?
Sonrasında ne gelişmeler yaşandı?
Nasıl bir ruha büründük?
Ne bekledik, ne bulduk?
Şuan ne durumdayız?
Bu soruların cevaplarını verirken, bir yandan da tarihimizde yaşanan bazı olaylarla kıyaslama yapmakta geleceği okumak yönünde fayda olacağını düşünüyorum.
15 Temmuz öncesinde iktidar sahipleri, iş başına geldikleri 2002 yılından 2012 yılına kadar, merkez üssü Pensilvanya’da olan, dünyayı kendi çıkarları doğrultusunda dizayn edip yönetmek isteyen küresel güçlerin kendilerine vermiş olduğu ılımlı İslam, dinler arası diyalog gibi projeleri başta Türkiye olmak üzere İslam olan memleketlerde uygulamakla görevli bir cemaatle ciddi anlamda yol arkadaşlığı yaptılar.
10 yıl boyunca yapılan tüm uyarılara rağmen, yol arkadaşlarının devletin en hassas ve stratejik noktalarını ele geçirme operasyonlarını fark ederek önlem almadılar. Hatta maddi manevi her türlü önlerini açtılar. Yerelde ve genelde çok ciddi sermaye ve güç sahibi olmalarına imkan tanıdılar.
Yapılan uyarıları dikkate almamakla birlikte Osmanlı hayranı olan bu arkadaşlar, maalesef bir önceki devletimiz Osmanlının çöküş yıllarında yaşadığı benzer olayların analizlerini yaparak, devletin bu şekilde şaibeli olan karakter ve yapılara nasıl yaklaşması gerektiği konusunda feraset gösteremediler.
15 Temmuz’un bir benzeri 14 Nisan 1909’da Sultan II. Abdülhamit tahta iken yaşanmıştır. Tarihte 31 Mart Vakası olarak bahsedilen bu olay, Kıbrıs doğumlu İngiliz devşirmesi ve görevlisi Derviş Vahdeti tarafından devrin hükümetine ve meşrutiyet düzenine karşı düzenlenen bir isyandır.
Kişiler kurumlar olaylar detaya girildiğinde bir birinden farklılık gösterse de ana fikirde gelişmeler çok benzerdir. O devirde de iktidarın yanlış uygulamaları olmakla birlikte iktidarı devirmek isteyenlerin arkasında, ülkeyi istedikleri doğrultuda yönettirmek isteyenler bulunmakta ve yine dini duyguları istismar ettirerek oluşturdukları halk desteğini devleti ele geçirmek için kullandıkları görülmektedir.
İsyan’da bir takım askeri birlikler Derviş Vahdeti’yle birlikte hareket etmişler, meclise ve hükümet binalarını ele geçirerek hükümeti düşürüp yerine İngiliz destekli bir hükümetin kurulmasını sağlamışlar, meclisi kapattırmışlardır.
Kısa bir süre sonra Selanik’te toplanan Meşrutiyet yanlısı ordu mensupları, Hareket Ordusu isminde bir birlik oluşturarak İstanbul’a gelerek, isyanı bastırıp isyancıları cezalandırmışlardır.
Görüldüğü gibi olaylar, 15 Temmuz gecesi yaşananlarla çok benzerlik göstermektedir. Türk İslam düşmanı emperyalist güçlerin, bizi bölmek olmadı el atından yönetmek o da olmadı karıştırmak için kullandıkları malzeme ve yöntemler bugünde dün olduğu gibi aynıdır.
1909 yılı ve sonrasında devlet, aynı zamanda dünyada ki askeri ve siyasi gelişmelerinde odak noktasındadır. Balkanlar’da, Ortadoğu’da sürekli yeni gelişmeler ve savaşlar yaşanmaktadır. Devlet bunlar ile gerektiği gibi ilgilenemesin diye içten karıştırılmak istenmektedir. İktidar sahipleri ve muhaliflerin birlikte hareket ederek bir diriliş reçetesi ortaya koymaları mümkün olmasın diye her türlü iç çekişme tetiklenmiştir.
Bugün Türkiye’nin de içine yuvarlandığı durum bundan farksızdır.
Yeni kapı’da ortaya koyulan birlik beraberlik ruhu, iktidar sahiplerinin siyasi operasyonları bir türlü başlatmamış olmaları, darbe gecesi öncesi ve sonrası akıllarda kalan soru işaretlerinin çözülmemiş olması, muhalefetin ise gittikçe bu darbe girişiminin kontrollü bir darbe ve aslında başkanlık sistemine geçiş ve rejim değişikliği hedefinde yapılan bir tertip olduğu noktasında ki çıkışları ile dağılmıştır.
Bugün Türkiye’de eksik olduğu gerekçesiyle “adalet” yürüyüşü başlatılarak sokaklarda adalet aranmaktadır, bana göre Türkiye’de adaletten önce eksik olan şey “güven”dir.
İnsanlarımız polise, askere, hükümete, din adamlarına, bilim adamlarına, belediyelere, siyasi partilere, yargı ve yasama organlarına karşı güven eksikliği duymaktadır.
Devlet kademelerindeki gerginlik ve güvensizlik millete de yansıyarak toplum içerisinde gün geçtikçe soru işaretleri çoğalmaktadır. İşte, okulda, trafikte, camide, kahvede, mahallede, apartmanda ve aynı evin içinde bile insanlarımızın birbirine güven duygusunda ciddi eksikler söz konusudur.
Mesele adaletin olduğu bir ülke sağlamaktan öte mesele herkesin birbirine güvendiği bir ülkenin sağlanması olmalıdır. Bunun yolu, ucu bize dokunacak olsa da hiç bir haksızlığa, yolsuzluğa göz yummamaktan geçmektedir.
İnsanların birbirine güvenmediği bir memlekette, ne iç güvenlikten ne dış güvenlikten bahsetmek mümkün değildir.
Şuan içinde bulunduğumuz duruma kadar izahımız bu kadar, gelecek günlerde bizi neler bekliyor devam edeceğiz.
Kalın sağlıcakla