Halil Hakan Oturak
Gerekirse soğan kırıp yiyebilir miyiz?
Türk ordusu “biçare” diye bekleşen mazlumlara doğru yol alıp onları kanatlarının altına aldıkça, toprağın üstünde yaşayan insanların canını hiçe sayıp, toprağın altındaki zenginliklerin peşine düşenlerin planları alt üst oluyor.
An itibari ile tarafları tanımlayan yukarıda ki cümleyi düşünerek okuduğumuzda bu savaşı kimin kazanacağı belli.
Tabi kolay olmayacak, karşımızdaki güçler sahip oldukları tüm küresel silahları kullanacaklar.
Terör, ekonomik daraltma, uluslararası itibarsızlaştırma çalışmaları gibi kozlarını oynamaya başladılar bile. Amaç kendi içimizde sıkıntı varken dışarıda bizden medet umanlara yardıma gitmemizi engellemek.
Aslında bunu da yaparak, inanmış bir milletin gerçekten üstün gelmesine adeta yardım ediyorlar. Evet, yanlış okumadınız
Nasıl mı?
Kendimiz zor durumda olduğumuz halde ne olursa olsun başka birine yardıma koşmanın faziletini biliyorsak eğer, o zaman tüm kötülüklerden ve güçlerden üstün geleceğimizin şüphesi yoktur.
Görmesek te duymasak ta uzakta değil her yerde ve çok yakınımızda olduğunu bildiğimizin yardımı iledir bu…
Zor bir sınavdan geçeceğiz ve bir mücadele vereceğiz.
Karşılaşacağımız şartlar detayına girmeden özetle yukarıda belirttiğimiz gibi.
İmkanlarımız kendi kendimize yetmekten bile uzak olsa da, hayal etmek için yetersiz değil.
Daha önce yaptıklarımızı da tekrar hayal etmek, gerçekten mantıksız değil.
Peki, biz bizi zafere ulaştıracak bu inanca sahip miyiz?
İşte asıl soru budur.
Yıllardır bir sürü seçim yaşadık. Küresel güçlerin tezgâhladığı 2001 ekonomik krizi ile bir dar boğazdan geçen insanlarımız bu yıldan itibaren yapılan bütün seçimlerde maalesef ekonomik istikrarı birinci sıraya koymak durumunda kaldı.
Yıllardır istedikleri başarıyı elde edemeyen siyasi partiler 7 Haziranda seçim beyannamelerini oluştururken vatandaşın bu önceliğini dikkate alıp, özellikle asgari ücret başta olmak üzere ağırlıklı olarak ekonomik vaatlerle sahneye çıktılar.
Vatandaş ekonomik vaatler arasından sıyrılıp, uygulanan yanlış dış politika ve açılım sürecinden dolayı tabloyu değiştirmeye cesaret etse de tam başarılı olamadı.
Sonra ekonomi kötüye gidiyor, mal aldık elimizde kaldı, dolar şu kadar oldu gibi cümleler ile yine aynı korku trenine bindirilen vatandaş, terörle mücadelenin de başlamış olmasını görerek içi rahat şekilde eski tavrına geri döndü.
Neyse gelelim günümüze, 15 Temmuz sürecinden sonra şunu gördük ki, istikrar ekonomi demek değil, bütün kurum ve kuruluşları ile 1000 yıllık geçmişine sahip çıkan bu geçmişe layık olan ve sonsuzluğu hedefleyen davası ile sapa sağlam bir devlet olarak geleceğe emin adımlarla ilerlemek demekti. Ancak bizim istikrarı birileri işgal etmişti.
Sonra hızlı bir dönüşüm süreci başladı ve çıkılan tüm yanlış yollardan geri dönüldü, devlet bir Türk devleti olmanın gereklerini yerine getirmeye başladı.
Şimdi yıllardır sokaklarda, mahallelerde, iş merkezlerinde, kahvelerde, sosyal medyada hayatın yoldan, köprüden, dolardan, petrolden ibaret olmadığını anlatmaya çalıştığımız vatandaşlarımız soğan kırıp yeriz biz derlerse, Türk devletini güçsüz mazlumları sahipsiz bırakmayız diyerek her türlü bedele razı olmayı baştan kabul ederlerse işte yukarıda açıkladığımız gafile karşı galip gelme sırrına erişerek bu mücadeleden kim bilir belki de sınırlarımız daha büyük olarak çıkabiliriz..
Sınırlarımız neresidir neresi olmalıdır bir sonraki yazıda değinelim..