Halil Hakan Oturak
Düşmanımızın düşmanı dostumuz değildir!
Önce direk konuya girelim ABD’nin terör örgütü PKK’nın uzantısı YPG’ ye ağır silahlar vereceğini açıklaması Türkiye gündemine oturdu.
Her ne kadar birileri bu gündemi değiştirmek için olur olmaz açıklamalarla milleti kutuplaştırmaya çalışıp, dış güçlerin ekmeğine bilerek yağ sürüp bu millete ihanet etse de biz bunlara bakıp memleketin kayıp gitmesine müsaade etmeyeceğiz.
Uzun süredir kamuoyunu Rakka operasyonu meşgul etmektedir.
Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekatına girişmesi ve başarılı bir sonuç alması bir çok büyük aktörü rahatsız etti.
Türk askerinin bölgeye girip, bölge halkının da desteğini alarak sonsuza kadar orada kalabilme ihtimalinden korkanlar, Rakka operasyonunda Türkiye düşmanı terörist gurupları kullanmak istiyorlar. Sonraki amaçları da bunları kahraman gibi gösterip uluslararası alanda meşrulaştırmaktır.
Devletin tüm üst kademelerinden yapılan çağrılara rağmen, ABD bu işe kulak asmadı ve en son yaptığı silah açıklaması ile operasyonu onlarla yapacağının sinyalini vermiş oldu.
Rusya ise yine aynı guruplarla temas halinde olup, İran’ında bunlara yardım ettiğini artık bilmeyenimiz yok. Zaten bunların bu bölgede palazlanmalarının sebebi ise zamanında APO denen katili besleyen Suriye yönetimidir.
Neyse yakın geçmişte çok derine girmeyeceğim.
Size tarihten bir örnekle bundan sonra başımıza gelebilecekleri tahmin etmenizi ve nasıl davranmamız gerektiği konusunda fikir yürütmenizi isteyeceğim.
Tarih 19 Nisan 1977
Sultan II. Abdülhamit tahta çıkalı henüz 1 yıl bile olmamıştır.
Bir süredir devam eden Sırbistan harbi, Osmanlı devletinin yeni askeri düzenlemeleri ile kazanılmış Sırpların bağımsızlık hareketleri durdurulmuştur. Sırpları üzerinden amacına ulaşamayan Rusya, Balkan milletlerinin hamisi olduğu iddiası ile Osmanlı’ya savaş ilan eder.
Osmanlı ordusu bir çok noktada yenilgiye uğrar. Bir tek Plevne’de çok ciddi bir müdafaa gösterilir. Ruslar birkaç kez ele geçirmek istedikleri Plevne kalesini Şanı büyük Osman Paşamız öyle bir savunur ki bu güne dek dillere destan olur. Ruslar en son tüm cephelerde başarılı olup Plevne’yi sararlar.
Osman Paşa ve ordusu aç ve susuz bırakılarak teslim alınmak istenir. Ne olursa olsun teslim olmama kararı alan Türk askeri, kuşatmayı yarmak için hazırlık yapar ve saldırıya geçer, çevrelenmiş olan üç çemberin ikisini yaran asker üçüncüsünden çıkamaz. Osman Paşa ve yanında kalan az bir asker teslim olmak durumunda kalır. Osman Paşa belki Rusları geri püskürtememiştir ancak verdiği mücadele ile Türk askerinin şerefini kurtarmıştır.
Osman Paşa’yı şanı ile yad ettik, gelelim sonrasına.
Rusya ilerleyerek önce Edirne’yi ele geçirir sonrasında ise Çatalca ve Yeşilköy’e kadar gelir, yani başkent İstanbul’un sınırlarına.
Bu saatten sonra Boğazların Rusların kontrolüne geçeceğini ve doğu ticaretindeki söz hakkını kaybedeceğini düşünen başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletleri, olaya müdahil olurlar. İngiltere, Rusya’ya göz dağı vermek için donanmasını İstanbul’a doğru yola çıkarır.
Rus Çarı İstanbul’u işgal edip etmemek noktasında düşünürken İngiliz donanmasının yola çıktığı haberini alır.Osmanlı meclisinde ise tartışmalar olur, Padişah Ruslara karşı harp edilmesini hatta kendisinin bile gidip çarpışacağı noktasında konuşmalar yaparken, meclis savaş yapmaktansa Rusların İstanbul’a girmesi noktasında karar alır. Padişah meclisi terk eder.
Sonrasında ise Ruslar İstanbul’a girmek yerine bir anlaşma ile Osmanlı’dan arzu ettiklerini almaya çalışır.
Tarihte Ayestefenos (İstanbul kapısı) antlaşması olarak karşımıza çıkan bu antlaşmanın maddeleri Ruslar tarafından belirlenir ve çok ağırdır.
- Sırbistan’ın istiklali
- Karadağ İstiklali
- Romanya istiklali
- Bulgaristan’ın muhtariyeti
- Kars, Ardahan ve Batum Ruslara verilmesi
3 Mart 1878 tarihinde imzalanan antlaşma sonrası Batılı devletler tepki gösterir. İngiltere, Almanya, Fransa’nın girişimleri ile Berlin’de bir kongre toplanır.
Bu arada İngiltere bölgedeki gelişmelere müdahale edebilmek için askeri üst olarak kullanma bahanesiyle Osmanlı’dan Kıbrıs’ı ister. İngilizlerden gelecek yardım umuduyla devlet bunu kabul etmek durumunda kalır. Kıbrıs’ın acı dolu kaderi o zaman başlamıştır.
Berlin konferansında kongre başkanı seçilen Alman Prensi Bismark’ın şu ifadeleri adeta bize bugünlerde de unutmamamız gereken tarihi bir ders niteliğindedir;
“Türkler diplomaside kendilerini sevki tabiilerine terk ederler. Düşmanlarının düşmanlarını kendi dostu sanırlar.”
Bismark konferansta Ayestefenos maddeleri üzerinde görüşüleceğini açıklasa da İngiliz delegesi bunların dışında;
- Yunanistan’ın hudutlarının genişletilmesi
- Bosna ve Hersek’in Avusturya’ya verilmesi
- Ermenilerin çoğunlukta yaşadığı topraklarda ıslahat yapılması
taleplerini dile getirmiştir. Konferans öncesi Osmanlı’ya onun yanındaymış izlenimi veren İngilizlerin, bu talepleri yaparak, Rusya’nın tekeline girmek üzere olan bölge hakimiyetini kendi lehine çevirmek gibi bir gizli gayesi olduğu ortaya çıkmıştır.
Konferans sonrası kabul edilen maddelere bakalım;
- Sırbistan, Karadağ, Romanya istiklalini kazandı.
- Bosna-Hersek imtiyazlı vilayet haline gelmiş ve idaresi Avusturya’ya emanet edildi.
- Kıbrıs Sancağı İngiltere’ye kiralandı.
- Niş Sancağı Sırbistan’a bırakıldı.
- Teselya Sancağı Yunanistan’a bırakıldı.
- Kars, Batum, Artvin ve Ardahan sancakları Rusya’ya bırakıldı.
- Dobruca Sancağı Romanya’ya bırakıldı.
- Bunların dışında birkaç kaza Karadağ’a bırakıldı.
- Van’ın doğusundaki Kotur yöresi İran’a verildi.
Ortaya çıkan maddeler Bismark’ın dediğini haklı çıkarmıştır.
Bugünde benzer pazarlıkların yapıldığını düşündüğümüzde, ortaya şu gerçek çıkmaktadır;
Düşmanımın düşmanı dostumdur ifadesi bir tek Türk milleti için geçerli değildir. Bize Allah’tan gayrı kimseden fayda yoktur, umutla bizi bekleyen ise çoktur.
Gerisini yazmaya gerek yok sanırım, haydi sarılın birbirinize hep birlikte bizi bekleyenlere erişip sonsuza kadar bırakmayalım…
Kalın sağlıcakla