Halil Hakan Oturak
BİZİM TEŞKİLAT (50. Yıl Anısına)
Soğuk bir kış günü…
Herkesin acele ile geçip gittiği sokak aralarından dolaşıp, ağır ağır çıkıyorum teşkilat merdivenlerinden.
İçeride soba yanıyor mu bilmiyorum ama içim ısınıyor kapıda üç hilali görünce…
Ben daha kundaktayken, belki zindanlarda bu davanın çilesini çekmiş, belki sokaklarda kurşunların hedefinde olmuş, her şeylerini memleket için bir kenara bırakmış ancak memleketinin kayıp gitmesine müsaade etmemiş koca koca çınarlar büyük bir ihtişamla ayağa kalkıyor kapıdan girdiğimde…
O günlere yetişememiş ancak hikayeleri ile büyümüş olanlarda ise; az sonra sefere çıkacak bir süvari birliğinin aniden hazırlanmaya başlaması gibi, bir hareketlenme oluyor…
Sırayla ellerini sıkıyorum, kafaları tokuşturuyorum. O anda herkesin gözlerinin içi parlıyor yüzlerde bir tebessüm beliriyor.
………………..
Sanırsınız;
Ötüken’den gelmişim, üzerimde yağmur damlaları Tanrı Dağları’nın…
Ey Türk diye yeri göğü titretip ben dikmişim o kitabeyi kalbine Orhun’un…
Sanki ben buyruk vermişim Gök Tanrı bir, Hak Teala bir diye… Karşılaşınca Efendimiz (s.a.v)’in sahabesiyle…
Horasan’dan çıkıp Bağdat’a gitmişim… Din kardeşlerimin arasını ben bulmuşum… Anadolu’ya geçip Bizans’ı imha etmişim… Zırh olmuşum diyarı İslam’a….
Oradan Tuna’ya geçmişim… Orta Çağ’ın üzerine bir güneş gibi doğmuşum… Yaşayan huzur bulmuş topraklarımda… Gören Müslüman olmuş öyle güzel durmuşum canım Balkanlar’da…
Sanırsınız İstanbul’u ben fethetmişim…
Sırtımda oklarla ben çıkmışım surların tepesine… Ben dikmişim Üç hilali…
Geçilmez dedikleri çölleri ben aşmışım…
Hicaz’a ben varmışım…
Alemi İslam’ın yükünü ben omuzlamışım…
Aman dileyene el kaldırmamışım…
Yardım isteyene ayırt etmeden her şeylerimi paylaşmışım…
Sarıkamış’ta bin yıllık kardeş hasretinin sıcağıyla ben yürümüşüm karlar üstünde…
Ulaşırım diye Atayurdu’na ben vermişim emri… İleri…
Çanakkale’de benim çocuklarım öksüz kalmış hep…
Yine bir öksüz ben kurtarmışım Sakarya’da memleketin istiklalini…
Türk’ün yurdunda ben düşmüşüm Türkçülük’ten tabutluklardan içeri…
Sonra ben yürümüşüm Tandoğan’a tereddüt etmeden ve bakmadan arkama dahi…
Ben durmuşum kızıl kurşunların önünde…
Gençliğimin baharında, Türk İslam dediğim için idam etmişler beni…
Ne mozaiği ulan diye ben bağırmışım, çıt çıkaramamış müptezellerin hiçbiri…
Bir bozkurt gibi yürümüşüm mecliste ezmiş geçmişim bölücüleri…
Ben görmüşüm… Davayı benden öğrenenlerin, dava adına beni suçladıkları ihanetlerini…
Türkiye’yi böldürtmeyiz diye ben kükremişim, üstelik bir de savunmuşum Kıbrıs’ı, Karabağ’ı…
AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer diyenlere biz o Diyarbakır’dan geçen yolu Ankara’da kesmesini biliriz diye… Sanki ben çekmişim kılıcı…
Sokaklardan, demokratik zeminlere çekmişim gençleri… Ancak gerek olursa elli yıl dağda bile gezmeyi göze alırız diye vurmuşum suratlarına tehditleri değil, geçmişten gelen gerçekleri…
Bir Temmuz akşamı toplanıp gelmişler yok etmek için Türk devletini…
Ben yakmışım ışıkları, ben uyandırmışım karanlıkların içinden milletimi…
Vazgeçmemişim doğrularımdan ve davamdan zarar verse kendime dahi…
Geçmişim her türlü dünya menfaatinden, makamından yol alsın diye memleket gemisi…
Bir tek ben anlatmışım milletime Turan’ı…
Ben vermişim istikamet soranlara Kızıl Elma’yı…
……………………………….
Her birine sarılıp yerime geçiyorum. Onlarda oturuyor benden sonra.
Yılların emektarı çaycı abimiz, getiriyor demliğin en güzel yerinden. Kimler gelmiş kimler gitmiş, neler görmüş neler geçirmiş bu teşkilat, sanki hepsi akmış onun üzerinden.
Az sonra biri ülkeyi kurtarıyor bir köşede, bir başkası bizi kurtar diye Allah’a yalvarıyor…
Kimsenin derdi kendi değil anlayacağınız…
Üstelik hepimiz işin aslını biliyoruz…
Ne ben benim…
Ne onlar benden ayrı bir başkası…
Binlerce yıllık bir geçmişi…
Yüz yılı aşkın siyasi tarihi…
Elli yıllık tecrübesi ile
Bizim teşkilat burası…