Bu imkansız olduğu için, sürekli kazananı oynamak zorunda kalıyorlar. Adeta yaşadığı her ânı, ne kadar enerjik, ne kadar genç, ne kadar pozitif, ne kadar iyi kalpli, ne kadar insancıl, ne kadar güzel, ne kadar kültürlü olduğunu ispatlamak için harcayan bir sürü insan... Bir de kaybetmekle bir sorunu olmayanlar var. Onlar, birer cüzzamlı gibi 'kaybeden' olarak damgalanıp bir kenara itiliyor hemen. Maskeli baloda maskesiz dolaşmak kimin haddine..
Smiley sağ olsun, herkese bizim yerimize gülümsüyor, sayesinde asık suratlarımız bize kaldı!
İnsanlara kendinden bir şeyler vermekle mutlu olan kalmadı. Herkes ancak almakla, hatta daha açık söyleyelim, satın almakla mutlu oluyor. Başkalarının mutluluğundan mutlu olan yok, herkes mutluluğu kendi malı yapmak, mutluluğun sahibi olmak istiyor. Mutluluk bir mülkiyet bahsi haline geldiğinde hayatın satın alınamayacak bütün güzellikleri bencilce tepişmelerin tozu dumanı arasında mecburen kaybolup gidiyor.
İnsanların büyük kısmı kendisini neyin mutlu edeceği sorulduğunda ardı ardına markalar sıralamaya başlıyor. Sınırı olmayan bir açlığı cebindeki para kadar doyurabileceğin bir düzenden mutluluk çıkması matematik açısından bile imkansız!
Her şeyin insanı mutlu etmeye ayarlı olduğu bir zamanın, hiç kimseyi mutlu edememesinde mutlaka bir ibret var.
Hayat, doymadan kalkmamız gereken bir sofra... Açlık, aklımızdan çıkarmamız gereken bir hâl... Tokluk, kalbimizden bırakmamamız gereken bir tedbir...
Yüzünde beliren her yeni çizgiye, ağaran her saç teline dertlerinden birinin adını veren gerçek insanlar da var.
Adı ''sanal'' olan ve bir yönüyle insanların gerçek hayatlarındaki ağırlıklarından kurtulmak ümidi ve maksadıyla sığındıkları bir ''alem''de ölüm içimizin hangi teline dokunuyor peki? Öyle ya yapılan, söylenen, hissedilen hemen her şeyin temel niteliği sanal oluşu orada. Ölüm o kadar sert bir gerçek ki, bu sanal zeminin onun ağırlığını çekemeyeceğini düşünüyor ilk başta insan. Yeni insanın sanal ve gerçek olan arasında salınıp duran yeni bir kimliği var artık. Modern zamanları bu trajik ikilemden kopararak düşünmek neredeyse imkansız. Dolayısıyla hayata bir sanal yüz icat ettiğimiz gibi, ölüme de sanal dünya içinde uygun bir mezar yeri açmamız gerekiyor. Mezarlıkları şehirlerin dışına atmakla ölümü gerçek hayatın ücrasında görünmezliğe mahkum edebileceğimizi sandık. Şimdi aynı beklenmedik misafir sanal alemin kapılarını çalıyor.
Hayata veda etmiş kullanıcılar, şimdilerde sanal alem mühendislerinin üzerine kafa yordukları meselelerden biri. Çeşitli milletlerden beş milyonu aşkın facebook kullanıcısının artık hayatta olmadığı tahmin ediliyor. Buna twitter ve diğer sanal ''tabiiyetler''i de eklerseniz, epeyce büyük sanal mezarlıklara ihtiyacımız olduğu ortaya çıkar. Ölmüş kullanıcıların sanal kimlikleri yakınlarının ciddi uğraşları olmadıkça silinemiyor, sanal ülkelerde yaşamaya devam ediyorlar. İnsanlar onlara mesaj atabiliyor, arkadaşlık talebinde bulunabiliyor, onları hala bu sanal döngünün içinde zannedebiliyor. Yani sanal alemde cenaze, gerçek hayattaki kadar ivedilikle kaldırılamıyor.
"İnsan öldükten sonra bütün bunların ne önemi var?" diye düşünülebilir. Doğru, ölen için bir önemi yok. Ben de zaten yaşayan olarak yazıyorum burada. Hani sanal olana kapılıp da ölümün gerçekliğini unutmayalım diye. İster sanal ister gerçek, vaktimizi hangi alemde değerlendiriyor ya da zayi ediyor olursak olalım nefeslerimiz sayılı çünkü; limitsiz bağlantı diye bir şey yok bu dünyada insanlar için!
Yazan: Nuray Aydın İlgüz