Ama büyük ideallerim var: rıza-i İlâhî gibi, Resulullahın şefaati gibi, ebedî yurdumuza selâmetle geçiş yapmak gibi.
Ve büyük sorumluluklarım: insan olmanın hakkını vermek gibi.
Rabbimin din olarak seçtiği İslâmı dosdoğru anlamak ve yaşamak gibi.
Peygamber Efendimizin ehl-i necat olacağını bildirdiği Ehl-i Sünnet cemaati içinde olabilmek ve kalabilmek gibi.
Şimdi bakıyorum, elimden ne gelir?
Sağıma soluma bakıyorum, neye, kime güvenebilirim bu yolda?
Âhir zaman fırtınaları!
İnsanlar sapır sapır dökülüyor. Yollar pek çok, âfâkı kaplamış sesler çeşit çeşit.
Ama bir yer var ki tek başıma gireceğim, hesabımla ve cevaplarımla baş başa kalacağım, sorumluluğumu kimseye atamayacağım.
“Biz önderlerimize ve büyüklerimize itaat ettik; onlar da bizi yoldan saptırdılar” (Ahzâb: 67) mazeretinin kabul görmeyeceği günler göreceğim.
Öyle ise bu işi kimseye ihâle edemem; hem ideallerime, hem sorumluluklarıma sahip çıkacağım.
Farz edeceğim ki ıssız çöllerde yapayalnızım, tek başıma yol almaktayım. Âhir zamanda kalabalıklar çöldür bazen.
Elbette bir ömür boyu sürecek bu yolculukta, ilim sahibi sâlihlerden rehberler arayacağım. Ama “Kimi seçeceğim, kimin sözüne itibar edeceğim, kime ittibâ edeceğim?” meselesi de yine benim sorumluluğumda olacak. Kendileri doğru yolda olan ve iman hizmeti mukabilinde hiçbir ücret istemeyen kimseler olacak seçtiklerim. İlmiyle âmil olup olmadıklarına ve beni vahye ve sünnete yönlendirip yönlendirmediklerine bakacağım. Dini sadece kendilerinin anladığını iddia edenlerden fersah fersah kaçacağım. Aradığım mazeret değil, vesileler olacak.
İzahtan vâreste ki, kopmayacak, yanıltmayacak sapasağlam kulp Kur’ândır, Sünnettir.
İşte benim derdim bu! Meselem bu!
Kur’ân’da ve Hadiste hâşâ yanlış olmayacağına göre, yanlış nerede? Hakikate ulaşmakta engel ne?
Ve kendime cevabım: Âyet ve hadisleri yeterince ve bir bütünlük içinde okumamak. Kafa yorup anlama ve muhatap olma meşakkatinden kaçıp, tâbi olmanın rahatlığına sığınmak. Yolumuz üzerine konmuş mizanları, ölçüleri, işaretleri kaçırmak. Bazen aklımıza, bazen akıllı sandıklarımıza gereğinden fazla güvenmek. Tercihlerimizi samimiyetle sorgulamamak.
Ya yanlış ağacın gölgesinde soluklandıysak? Ya güvendiğimiz dağlar, dağ değil de çukursa? Ya o yol yol değilse? Bu sorulara cevap içeren ölçüler yine âyette, yine hadiste; müracaat ve mütalâa edene.
Kaynak belli. Yol belli. Araçlar da belli.
Vahyin ve Sünnetin bana söylediğini anlamak için aklımı, kalbimi, vicdanımı, hayalimi, ilh., Allah ne verdiyse hepsini kullanacağım.
Ama o akıl da akıl olmalı, kalp de selim olmalı, vicdan da temiz kalmalı.
İşe istiğfarla başlasam iyi olacak. Yılların birikmiş kirini pasını temizlemeli önce. Manevî cihazâtı parlatmalı ki tutukluk yapmasın. Kolay olmayacak, ama şart!
Elbette ömrümün en büyük kaçağını tespit etmeliyim:
Rabbim düşünüp de ibret alacak olan kimseye yetecek kadar bir ömür verdi, inkâr edemem. Üstelik uyarıcı da geldi. İş, benim o ömür dakikalarımı fazlalıklardan ayıklayıp, doğru mecralarda istimal etmeme kalıyor. Çeldiricilerden kurtarabildiklerim, Kur’ân’a muhatap olmama yetecek inşallah.
Kur’ân, Hadis, ciddiyetle, samimiyetle, ısrarla kim soru sormuş da cevap alamamış, kim derdine derman aramış da bulamamış?
Kim emek etmiş de eli boş kalmış?
Yolumuzun, hayatımızın nuru Peygamberimiz, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara tutunursanız asla delalete düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı ve Sünnetim. Bu ikisi kıyamette Havuza kadar ayrılmadan beraberce geleceklerdir” buyurmuşken?
Rabbimden niyaz ediyorum ki yolumu Kur’ân ve Hadis nuruyla aydınlatsın, Sünnetten hissemi ziyade etsin, rızasına erdirsin!
Hayatıma yeniden çeki düzen vermeye cehd ettim.
Ne kadar vaktim kaldıysa artık.
Yazan: Nuray Aydın İlgüz