Yaşadığımız çağda bir yandan fikir akımlarının etkisi, diğer yandan İslâmî konularda giderek artan eğitim eksikliği, son derece yüzeysel bazı eleştirilerin zamanla yanlış bir şekilde kemikleşmesine sebep oluyor. İtikat sahasına dair mevzular da bu yanlıştan nasibini alıyor.
Ne yazık ki yapılan eleştiriler kafaları karıştırıyor. Oysa aynı mevzular İslâm’ın ilk asırlarında da söz konusu olmuş ve İslâm alimleri bu konuları kesin olarak çözmüşler, Kur’an ve Sünnet’e dayanarak gerekli cevabı vermişlerdir.
Vesile kelimesi “vasıta, yol, sebep, derece, yakınlık, şefaat ve fırsat” gibi manalara gelir. Dinî bir terim olarak da “Allah katında derece elde etmek, bir fayda sağlamak veya bir zararı savmak, dünya ve ahirette arzulanan bir şeyi elde etmek için Allah’a taatte bulunup salih amel işlemek veya bir peygamber, Allah katında derece sahibi olan bir veli üzerinden Allah’tan istemek” demektir.
Ayrıca vesile, “cennette yüksek bir derecenin, bir makamın ve Hz. Peygamber s.a.v.’e verilecek şefaatin adıdır.” (Buharî, Müslim)
Vesile ile aynı kökten türemiş olan tevessül de aynı manadadır. Son devrin İslâm alimlerinden Ebu Bekir Câbir Cezâirî, “Akîdetü’l-Mü’min” adlı eserinde şöyle tarif eder: “Allah Tealâ’ya yaklaşmak, huzurunda manevi itibar ve derece bulmak yahut bir faydanın elde edilip zararın defedilmesiyle ihtiyacı gidermek için salih bir amel veya salih bir zatla Cenab-ı Hakk’a yakınlık sağlamaktır.”
Diğer bir tarife göre tevessül, herhangi bir arzusu veya isteği olan kişinin “Allahım! Şu sıkıntımın giderilmesi veya şu isteğimin gerçekleşmesi için falan zatın senin katındaki yeri, mevkii, hakkı, hürmeti adına, onun hatırına senden istiyorum” diyerek dua edip ihtiyacını Cenab-ı Hakk’a arz etmesidir. (Muhammed Nesib Rifâî, et-Tevessül)
Yaşadığımız çağda bir yandan fikir akımlarının etkisi, diğer yandan İslâmî konularda giderek artan eğitim eksikliği, çok yüzeysel bazı eleştirilerin zamanla yanlış bir şekilde kemikleşmesine sebep olmuş bulunuyor. İtikad sahasına dair mevzular da bu alanın içine giriyor.
Geçtiğimiz aylarda ele aldığımız şefaat konusu gibi tevessül de, bu konudaki kaynaklara bakmadan ve yeterince düşünülmeden ele alınan bir konu. Ne yazık ki yapılan eleştiriler kafaları karıştırıyor. Oysa aynı mevzular İslâm’ın ilk asırlarında da söz konusu olmuş ve İslâm alimleri bu konuları kesin olarak çözmüşler, Kur’an ve Sünnet’e dayanarak gerekli cevabı vermişlerdir.
İsimler, işler hakkı için
Şüphesiz ilk tevessül Cenab-ı Mevlâ’nın isimleri ile yapılan tevessüldür. Kur’an-ı Kerim ve hadis kitapları incelendiğinde tevessülün bu kısmının büyük yer tuttuğu görülecektir. Hak Tealâ şöyle buyurmaktadır:
“En güzel isimler Allah’a aittir; o halde O’na bu isimler ile dua edin.” (A’raf, 180)
Yine kaynaklarından öğrendiğimize göre namaz, oruç, Kur’an tilaveti, zikir gibi ibadetlerle ve af dilemek, hayır işlemek, haramdan sakınmak gibi salih amellerle de tevessül edilebilir.
Hz. Peygamber s.a.v. ibadetlerle ve salih amellerle tevessül yapılabileceğini şu hadis-i şerifte açıkça ifade buyurmaktadır:
“İsrailoğulları’ndan üç kişi yolda yürürlerken şiddetli bir yağmura yakalandılar. Yakınlarında bulunan bir dağdaki mağaraya sığındılar. Dağdan büyük bir kaya parçası mağaranın ağzına yuvarlandı ve çıkışı kapattı. Bu hal karşısında aralarından biri diğerlerine;
– Allah için yapmış olduğunuz amellerinize bakın, onların hürmeti bereketine Allah’a dua edin. Umulur ki Allah Tealâ taşı aralar ve bu sıkıntıyı giderir, dedi.
Bunun üzerine içlerinden biri şöyle dua etti:
– Ey Allahım! Hayli yaşlanmış anne ve babam benim yanımdaydı. Bir de henüz küçük olan çocuklarım vardı. Onları geçindirmek için hayvan otlatırdım. Akşam yanlarına dönünce hayvanları sağar, çocuklarımdan önce anne ve babama içirirdim. Bir gün vaktinde gelemedim, geceye kaldım. Geldiğimde onları uyur buldum. Daha önce olduğu gibi hayvanlarımı sağdım. Onları uykularından uyandırmaya kıyamadım, elimde sütle başlarında bekledim. Bu arada çocuklar, açlıktan ayaklarımızın dibinde ağlaşıyorlardı. Anne ve babamdan önce onlara süt vermeyi uygun görmedim. Süt kabı elimde onların uyanmasını bekledim. Derken sabah oldu. Nihayet uyandılar, sütlerini içtiler. Ya Rabbi! Eğer bu amelimi senin rızan için yapmışsam, bize şu kapalı yerden bir yol aç da içine düştüğümüz şu sıkıntıdan kurtulalım, dedi.
Bunun üzerine mağaranın ağzını kapatan kaya biraz aralandı, fakat çıkılacak gibi değildi. Diğeri şöyle dua etti:
– Ey Allahım! Amcamın bir kızı vardı. İnsanlar içinde en çok sevdiğim o idi. Ondan benim olmasını istedim, kaçındı. Nihayet bir kıtlık senesinde sıkıntıya düştü, ihtiyaçları için bana geldi. Ben de kendini bana teslim etmesi karşılığında yüz yirmi altın vereceğimi söyledim. O da kabul etti. Sonunda ona sahip olacaktım. Tam isteğime kavuşacakken bana, ‘Ey Allah’ın kulu, Allah’tan kork. Nikâhsız olarak bana ilişme!’ dedi. Ben de hemen vazgeçip kalktım, o işten vazgeçtim. Altınları da ona bıraktım. Halbuki o en beğendiğim kişiydi. Ya Rabbi! Bunu sırf senin rızan için yapmışsam, içine düştüğümüz şu sıkıntıyı gider, bizi buradan kurtar, dedi.
Kaya biraz daha aralandı, fakat çıkılacak gibi değildi. Üçüncüleri ise şöyle dua etti:
– Ey Allahım! Ben ücretle işçi çalıştırıyordum. Ücretlerini verdim, fakat içlerinden biri ücretini almadan çekip gitti. Ben de onun payını kendi namına çalıştırıp işlettim. Birçok mal elde ettim. Uzun müddet sonra o işçi dönüp geldi ve ‘Allah’tan kork! Hakkım olan ücretimi ver!’ dedi. Ben de ‘Şu gördüğün deve, koyun, inek, hayvan sürüleri ve köleler senindir. Hepsini al götür.’ dedim. Adam hayret edip, ‘Allah’tan kork! Benimle alay etme!’ dedi. Ben de, ‘Seninle alay etmiyorum. Gerçekten onlar senindir, al götür.’ dedim. O da hiçbir şey bırakmadan hepsini sürüp götürdü. Ey Allahım! Eğer ben bu amelimi senin rızan için yapmışsam, şu içine düştüğümüz sıkıntıdan bizi kurtar, dedi.
O zaman kaya tamamen açıldı, adamlar mağaradan yürüyerek çıktılar.” (Buharî; Müslim; Ahmed b. Hanbel)
O’nun tevessülü, O’nunla tevessül
Enes b. Malik r.a.’tan rivayet edildiğine göre Hz. Ali r.a.’ın annesi Fatıma bint Esed (Allah ondan razı olsun) vefat ettiğinde Rasulullah s.a.v. bizzat kabre indi. Kabir hayatının rahat ve hoş olması için kabrin köşelerini genişletir gibi işaret buyurdu. Affedilmesi için Allah’a yalvardı ve duasını şu cümlelerle bitirdi:
“Ya Rabbi, peygamberinin ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için annem Fatıma bint Esed’i affet, onu kelime-i şehadet üzere sabit tut ve kendisine kabir rahatlığı ver. Çünkü sen merhametlilerin en merhametlisisin.” (Ebu Nuaym, Hilye)
Görüldüğü gibi Hz. Peygamber s.a.v., hem kendisiyle, hem de kendisinden önceki peygamberlerle tevessül edip, elinde büyüdüğü için “annemden sonra annem” buyurduğu Hz. Fatıma b. Esed r.a. için Allah Tealâ’ya dua etmiştir.
Kendisi tevessül eden Hz. Peygamber s.a.v., biz müslümanların da Allah Tealâ’ya yönelmesine vesile olmuştur. Zira o, dünya ve ahirette huzur bulmamıza, Allah’ı tanımamıza, O’na yaklaşmamıza sebep kılınmıştır. Allah’ı ancak O’nunla tanıyabilir, ancak O’nun rehberliğinde Allah’a gidebiliriz. O’nun bize öğrettiği her amelle Allah’a yaklaşır, sevap kazanırız. Bu vesile ile günahlarımız dökülür, derecelerimiz yükselir, ihtiyaçlarımız giderilir ve O’nun şefaati ile ilâhi rıza ve cennete kavuşuruz.
Hz. Adem a.s. da Hz. Rasulullah s.a.v.’i vesile kılarak dua etmiştir. O, yasak ağaçtan yedi ve bu onun cennetten çıkarılmasına sebep oldu. Sonra kusurunu anladı, affı için ağladı ve:
– Ya Rabbi! Beni Muhammed’in hatırına affeyle, tövbemi kabul buyur, diye yalvardı. Yüce Allah:
– Ey Adem, sen benim habibim Muhammed’i nereden tanıyorsun,” diye sordu. Hz. Adem a.s.:
– Ya Rabbi! Sen beni cennete yerleştirdiğin zaman arşın üzerinde ve cennetin her yerinde, ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasulullah’ cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. İsmi senin isminle birlikte zikredilen ve her yere nakşedilen bu zatın senin katında çok kıymetli ve sevgili birisi olduğunu anladım. Bundan dolayı O’nu vesile ederek affımı istedim, dedi. Yüce Allah:
– Evet, doğru söyledin, O benim habibimdir. Senin evlatlarından birisi olup peygamberlerin sonuncusudur. Seni O’nun hatırı için affettim. Eğer O’nu yaratmasaydım seni de yaratmazdım, buyurdu.
(Hâkim, el-Müstedrek, 2/615; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 5/488, 499; Tabarânî, el-Mu’cemü’s-Sağir, 2/82-83; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, 8/253)
Yağmur ve kör adam
Hz. Peygamber s.a.v.’in huzuruna bir kimse geldi, o sıralarda hüküm süren şiddetli kuraklıktan şikayet edip yağmur için Allah’a dua etmesini istedi. Bunun üzerine Hz. Rasulullah s.a.v. minbere çıkıp dua etti, hemen sonra yağmur yağdı.
Fakat bir müddet sonra bir grup, Rasulullah s.a.v.’in huzuruna gelip yağmurun haddinden fazla yağdığını, sıkıntıya düştüklerini, neredeyse helak olacaklarını söylediler. Yağmurun durması için dua etmesini talep ettiler. Hz. Peygamber s.a.v. dua etti, yağmur bulutları hemen açılarak şehrin etrafına doğru yayıldı. Bu durum karşısında Rasul-i Ekrem s.a.v. tebessüm etti ve:
– Hey Ebu Talip! Şimdi burada olsaydı çok sevinirdi. Onun söylediği şiiri bize kim söyleyebilir, diye sordu.
Hz. Ali r.a. ayağa kalkarak:
– Bana öyle geliyor ki siz şu şiiri kastediyorsunuz: “Hürmetine bulutlardan yağmur beklenilen bir zat terkedilir mi hiç? / O öyle bir iyiliksever ki, yetimler eline bakar, dullar ona güvenir.”
Hz. Ali r.a. bu şiirden birkaç beyit daha okuduktan sonra Kinâne kabilesinden biri kalktı ve şu beyitle başlayan bir şiir okudu:
– İlâhî! Hamdolsun ki Nebiyy-i Ekrem’in yüzü suyu hürmetine bize yağmur verdin.
Rasulullah s.a.v. okunan şiiri çok beğendiğini söyledi. Abdullah b. Ömer r.a.’ın da Ebu Talib’in yukarıdaki şiirini sık sık tekrarladığı ve Rasulullah s.a.v. yağmur duası için minbere çıktığında bir sahabinin de bu şiiri devamlı okuduğu nakledilir. (Aynî, Umdetu’l-Kârî, VI/12)
Osman b. Huneyf r.a. da bir rivayetinde şunları anlatmıştır:
Gözleri görmeyen bir adam Hz. Peygamber s.a.v.’e geldi ve:
– Ya Rasulallah, dua edin de gözlerim iyi olsun, dedi. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v.:
– İstersen dua edeyim, istersen sabret. Ama sabretmen senin için daha hayırlıdır, buyurdu.
Adam, görmüyor olmanın kendisine çok ağır geldiğini ve açılması için dua etmesini istedi. O zaman Hz. Peygamber s.a.v. şöyle buyurdu:
– Öyleyse git, güzel bir abdest al, iki rekât namaz kıl, sonra şöyle dua et: “Ya Rabbi, ben senden diliyorum. Rahmet Peygamber’i ile sana yöneliyorum. Ya Muhammed! Ben seninle Rabbine yöneliyorum, istiyorum ki bu yönelişim sebebiyle gözlerim açılsın. Ya Rabbi! O’nun şefaatini benim hakkımda kabul eyle ve benim de kendim için yaptığım duayı kabul et.”
Osman b. Huneyf r.a. şöyle diyor:
“Bu zat gitti, biz daha Rasulullah s.a.v.’in huzurundan ayrılmamıştık ki tekrar geldi. Gözleri iyileşmişti.”
(Tirmizî, Deavât, 119; İbn Mâce, İkâme, 189; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 4/138; Hâkim, el-Müstedrek, 1/526; Heysemî, ez-Zevâid, 2/279)
Unutulan ihtiyaç
Fahr-i Kainat s.a.v. Efendimiz zamanında bunun gibi birçok örnek hadise yaşanırken O’nun vefatından sonra da vesileyle yapılan duaların kabul olduğu hadiseler yaşanmıştır.
Hz. Osman r.a.’ın hilafeti döneminde muhtaç bir kişi ihtiyacı için Hz. Osman r.a. ile görüşme isteği ile uzun süredir yanına gidip geliyor, fakat karşılık bulamıyordu. Bir gün adam Osman b. Huneyf r.a. ile karşılaştı ve durumunu ona arzetti. O da kendisine:
– Git, güzel bir abdest al. Sonra iki rekât namaz kıl ve Cenab-ı Hakk’a şöyle dua et: “Allahım! Rahmet Peygamberin Muhammed s.a.v.’i vesile ederek sana yöneliyorum. O’nun hatırı ile senden diliyorum. Ya Muhammed, ben seninle Rabbine yöneliyorum. Bu ihtiyacım hallolsun” de. Sonra da ihtiyacını Allah’a arzet, dedi.
Adam söyleneni yaptı. Sonra Hz. Osman r.a.’a gitti. Kapıcı onu huzura çıkardı. Hz. Osman r.a. bu zata:
– Gel yanıma otur, ihtiyacın ne ise söyle, dedi.
O zat anlatıyor:
– Hz. Osman ihtiyacımı yerine getirdi ve kusura bakma, şimdiye kadar ihtiyacını unutup karşılık veremedim, onun için geç kaldı. Bundan sonra ne zaman bir ihtiyacın olursa gel, hemen ihtiyacını hallederim, dedi.
Adam işi görülünce gidip Osman b. Huneyf r.a.’a teşekkür etti ve:
– Allah seni hayırla mükâfatlandırsın. Sen benim hakkımda onunla konuşuncaya kadar ihtiyacımı görüp benimle ilgilenmiyordu, dedi. Osman b. Huneyf r.a. da:
– Allah’a yemin olsun ki onunla senin hakkında hiçbir şey konuşmuş değilim, deyip âmâ adamın Rasulullah s.a.v.’den dua istemesi hadisesini anlatmıştır. (İbn Mâce, İkâme, 189; Münzirî, et-Tergîb, I/473-475)
Peygamber Efendimiz s.a.v. gözleri görmeyen adama tevessül duasını öğretmiş ve bu olaya şahit olan Osman b. Huneyf de bu duayı Hz. Osman r.a. zamanındaki o muhtaç kişiye öğretmiştir.
Bir başka örnek hadise şudur: Halife Hz. Ebu Bekir r.a. İslâm’ı terk eden kabilelere karşı ordu hazırladığında, kendilerine cesaret vermesi amacıyla Hz. Abbas r.a.’ı yanına almış ve:
– Ya Abbas! Sen Allah’tan yardım iste, ben de amin diyeyim. Umuyorum ki Nebiyy-i Ekrem’e olan yakınlığın dolayısıyla duan boşa çıkmaz, demiştir. (Aynî, Umdetü’l-Karî, 6/13)
Ehl-i Beyt, ehl-i takva
Hz. Abbas r.a.’ın vesile kılındığının anlatıldığı bir başka rivayete göre, Hz. Ömer r.a. döneminde müslümanlar kuraklık yüzünden kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya geldiler. Bunun üzerine halife Hz. Ömer r.a., Hz. Abbas r.a.’ı vesile ederek Allah’tan yağmur talebinde bulundu ve şöyle dua etti:
“Allahım! Bizler daha önce Peygamberimiz’i vesile edinerek sana niyazda bulunurduk, sen de bize yağmur verirdin. Şimdi ise Peygamberimiz’in amcasını vesile kılıyor ve senden talep ediyoruz, bize yağmur ihsan et!”
Enes b. Malik r.a., Hz. Ömer r.a.’ın bu duasından sonra kendilerine yağmur ihsan edildiğini belirtir. (Buharî)
Buharî şerhlerinde bu hadis ile ilgili aşağıdaki açıklamalara yer verilmektedir: “Yağmur için dua etme hadislerinde kaydedildiğine göre Halife Hz. Ömer r.a., dua etmesi için Hz. Abbas r.a.’a ricada bulunmadan önce insanlara:
“Rasulullah s.a.v., bir evladın kendi babasına verdiği değer ve önem kadar Abbas r.a.’a değer verirdi..” demek suretiyle onların Abbas r.a.’a tabi olmalarını ve başlarına gelecek musibetlerin gitmesi için onu vesile kılmalarını tavsiye eder ve bizzat Abbas r.a.’tan dua etmesini isterdi. O da kendisinin, Hz. Peygamber s.a.v.’e olan nesep yakınlığı ve O’nun katındaki mertebesi sebebiyle kendisiyle tevessülde bulunulduğunu zikrederek duasına başlardı.
Allah katında değeri olan zatların mertebesiyle tevessülde bulunmanın caiz olduğunu belirten Muhammed Zahid Kevserî rh.a., yukarıdaki bu hadis hakkında şöyle demektedir:
“Hz. Ömer r.a.’ın bu uygulaması, Rasulullah s.a.v.’in hayatta olan hısım ve akrabasıyla tevessülde bulunmanın cevazına delil teşkil etmektedir.
Hz. Ömer’in Abbas r.a. için, ‘Başınıza musibet geldiğinde onu (Abbas r.a.’ı) vesile edinin!’ ifadesi, ‘ondan dua isteyin’ manasına gelmez. Çünkü Hz. Ömer r.a., bu cümleyi onun dua etmesini istedikten sonra söylemiştir. Dolayısıyla bu ifade, ‘Onunla Allah’a tevessül edin!’ manasına gelir ki bu da salih zatların mertebesiyle tevessüle delalet eder.” (Makâlât)
İslâm bilginleri Halife Hz. Ömer r.a.’ın yukarıda söz konusu edilen uygulamasına dayanarak musibetler anında Ehl-i Beyt ve ehl-i takvanın Allah’a şefaatçi kılınabileceklerini kabul etmişlerdir. (Aynî, Umdetü’l-Kârî, 5/256)
Alimlerin alimlerle tevessülü
Sahabe döneminde yaşanan tevessül sonraki dönemlerde de devam etmiş, büyük mezhep imamları diğer imamları vesile kılarak dua etmişlerdir.
Büyük alim İbn Hacer el-Mekkî rh.a., “Hayrâti’l-Hısân fî Menâkıbı’l-İmam Ebi Hanife en-Numan” adlı eserinin yirmi beşinci bölümünde şöyle demiştir:
“İmam Şafiî, Bağdat’ta kaldığı günlerde İmam Ebu Hanife’nin türbesine gelir, ziyaret eder, kendisine selam verir, sonra Allah Tealâ’ya ihtiyacını gidermesi için onunla tevessül ederdi.”
Bir seferinde de İmam Şafiî hazretlerine, Mağripliler’in İmam Malik rh.a. ile tevessülde bulundukları söylenince bunu hoş görüp onları menetmemiştir.
İmam Ahmed b. Hanbel rh.a. de İmam Şafiî rh.a. ile tevessülde bulunuyordu. Oğlu Abdullah buna hayret edip babasına durumu sorunca İmam Ahmed:
– Şüphesiz İmam Şafiî insanlar için güneş, beden için sıhhat gibidir, demiştir.
Bir başka örnekte de İmam Ebü’l-Hasen eş-Şâzelî k.s. şöyle demiştir:
“Kimin Allah Tealâ’ya arzedecek bir ihtiyacı olur ve giderilmesini isterse, İmam Gazalî ile tevessül edip ihtiyacını Cenab-ı Hakk’a arz etsin.” (Nebhanî, Şevâhidü’l-Hak, 166)
Bu örneklerde gördüğümüz gibi, Hz. Peygamber s.a.v. ile tevessülün yanında O’nun vârisi olan salih zatlarla da tevessül yapılabilir. Zira fazilet ve ilim sahibi salih kimselerle Allah’a tevessül etmek, onların şahıslarıyla değil, salih amel ve üstün meziyetleri sebebiyledir. Çünkü fazilet sahibi bu hale ancak salih amelleri ile ulaşmıştır.
Rıza ve yakınlık için
Başta Rasulullah s.a.v. olmak üzere Allah Tealâ’nın sevdiği kulları var. Peygamberler, sahabiler, veliler ve salih kullar Allah’ın rızasını kazanmış kimselerdir. Peygamberlerin durumu zaten bellidir; peygamberlik görevinin verilmesiyle en büyük mertebeyi ve en yüksek dereceyi elde etmişler demektir.
Veli ve salih kimseler ise Hz. Peygamber s.a.v.’e tabi oldukları, Allah’ın emir ve yasaklarına titizlikle uydukları için velilik ve salihlik mertebesini elde etmişlerdir. Bunlar Allah katında hatırı olan zatlardır, manevi makam ve mevki sahibidirler. Kişi bu kimseleri veya bunların makam ve mevkiini, hal ve hatırını vesile ederek Allah’tan isteyebilir.
Mesela: “Allahım! Peygamberin veya filanca veli kulunun hürmetine senden istiyorum.” diyebilir.
Bu yazıda ve kaynaklarda yer alan çokça tevessül örneklerini anlamakta ve kabullenmekte zorlananların önlerindeki en büyük engelin bencillik ve kibirleri olma ihtimali bulunuyor. “Allah ile aramıza kimse giremez!” diyorlar. Sanki Allah Tealâ’nın Kur’an’da övdüğü nebilerden, sadıklardan, velilerden, şehitlerden üstünler! Halbuki onların vesilesi, Allah katında kabul görmüş varlıklarının bereketi olmasaydı bugün Allah Tealâ’dan habersiz kalacaklardı.
Kendilerinin kimseye ihtiyacı olmadığı, akıl ve fikirleriye her şeyin üstesinden gelecekleri zannını telkin eden şeytan ve nefse dikkat etmek lazım. Sanki hiç yaşanmamış gibi sayısız vesile örneğini görmezden gelmek yanlış bir tutumdur. Acaba yine şeytan ve nefs, peygamberleri ve salih insanları vesile edinmekten men ederken, insanların kendilerini örnek almalarını mı istemektedirler? Peygamberleri ve salihleri taklit etmekten men edenler, kendilerinin taklit edilmesini mi telkin ediyor olabilir mi?
Vesile ve tevessülü reddedenler iddialarını delillendirirken ayet ve hadislerin bir kısmını alıp bir kısmını terk ediyorlar. Ayetin kimler ve neler hakkında nazil olduğunu bilmeden, önceki müfessirlerin tefsirlerini dikkate almayıp, kendi görüş ve fikirlerine göre konuşmuş oluyorlar. Meselenin en temeline dönersek, Allah Tealâ kendisi ile kulları arasına vesile koyarak kendisini tanıttı, emir ve yasaklarını aktardı. O’nun adeti böyledir, bu şekilde irade etmiştir. Vesile kıldığı kullarını da Kitabında övgüyle anmıştır. Aklı başında hiçbir müslüman onları Allah Tealâ’nın yerine koymaz, fakat Allah Tealâ’ya yolculuklarında onların maddi ve manevi varlıklarının refakati ve bereketiyle yol almaya çalışırlar. Onları vesile ederek Asl’a ulaşmaya çalışırlar.
Kur’an’la Tevessül
İbn Mesud’dan gelen bir hadiste Allah Rasulü s.a.v. şöyle buyurmaktadır:
“Kimin sıkıntısı artar da, ‘Ey Allahım! Ben ancak senin kulun ve kulların olan ana ve babanın evladıyım. Her şeyim senin elindedir. Benim için geçerli olan ancak senin hükmündür. Şüphesiz hükmün de adalettir. Bütün isimlerini vesile kılarak senden isterim. Talebimi sana arz ederim. Kendini isimlendirdiğin, kitabında bildirdiğin, yaratıklarından herhangi bir kimseye öğrettiğin veya gayb aleminde kalmasını tercih ettiğin isimlerinle Kur’an’ı gönlümün baharı, göğsümün nuru, hüzün ve kederimin kalkmasına vesile kılmanı dilerim.’ derse, Allah onun kederini ve hüznünü giderir.” (Ahmed b. Hanbel)
Tevessülde Ölçü
Seyyid Ahmed Rifâî k.s., tevessül konusunda şu temel ölçüyü verir:
“Allah’ın kullarından ve dostlarından bir şey istediğiniz zaman onlar vasıtasıyla size ulaşan yardımı sakın kendilerinden görmeyin. Bu şirktir, nimet vermede kulu Allah’a ortak koşmaktır. Sizler Allah’tan bir şey istediğiniz zaman O’dan velileri sevmesinin hatırına isteyin. Allah dostlarının O’nun katında nasıl hatırlı olduğunu şu hadis-i şerif haber vermektedir:
“Fakir ve pejmürde görünümlü nice kimseler vardır ki, insanlara gelip bir şey isteseler (onların zahirine bakılarak) kapıdan geri çevrilir, kendilerine bir şey verilmez. Fakat onlar yüce Allah’tan bir şeyin olmasını isteseler, Allah isteklerini hemen yerine getirir.”
(Müslim, Birr, 138; Tirmizî, Menâkıb, 54; Ahmed Müsned, 3/145; Ebu Ya’lâ, Müsned, nr.:3987)
Medine Duası
İmam Ebu’l-Vefa b. Âkil rh.a., “et-Tezkire” adlı kitabında Medine’ye giren kimsenin ne yapması gerektiğini anlatırken şöyle demiştir:
“Peygamber Efendimiz s.a.v.’in kabrine gelip dua ettikten sonra:
‘Ey Allahım! Rahmet Peygamberi olan Muhammed s.a.v. ile sana teveccüh ediyorum. Ey Allah’ın Rasulü! Seninle Allah’a yöneldim, Allah’a teveccüh ettim. Ey Allahım! Muhammed’in hakkı için beni affet.’ diye dua etsin.”
Mevlâna Halid k.s. Hazretlerinin Duası
Mevlanâ Halid-i Bağdâdî k.s. hazretlerinin “Câliyetü’l-Ekdâr” isimli eseri uzun bir duadan ibarettir. Doksan dokuz esma-i hüsna ve Ashab-ı Bedir’in isimlerini vesile kılarak dua etmiştir. Duayı şöyle bitirmiştir:
“Allahım! Ya Allah, ya Rahman, ya Rahîm…
Senden, yüce isimlerinle, mükerrem meleklerinle, Rasullerinle, ki en faziletli salât ve selâmlar üzerlerine olsun, Ehl-i Bedr’in sendeki hakkı için ey Rabbim, onlara ilka/ihsan ettiğin nurundan bir göz açıp kapaması kadar da olsa ihsan etmeni, onlara verdiğin rahmet rüzgârlarından bana da vermeni diliyorum.
Ey Ehl-i Bedr! (Size ihsan edilen) hoş kokulu rahmet rüzgârlarıyla ve nurlarla bana yardım ediniz. Beni bütün desise ve belalardan kurtaracak gizli bir bakışla da olsa imdadıma koşunuz.
Ey Sâdât (efendilerim)! Sizden bu istekleri dilemeye ben layık olmasam da, bu liyakatsizliğimi görmezden gelerek ve hoşgörülü davranarak bu nazarla imdadıma yetişirsiniz.
Benim amellerim her ne kadar korkulan sarp yollar, uçurumlar gibi olsa da, sizin korumanızı maksat edinenler için himayeniz rahatlık ve kolaylıktır. Zira sizler, sizin himayenizin, Kur’an’ın muhkemi olduğunu söylüyorsunuz. Sizler saygı ve cömertliğin incelikleriyle saygı duyulanlarsınız. Sizler Yüce Sevgili’ye götüren vesilelersiniz. Sizler en sağlam yola sevk eden vasıta ve vesilelersiniz. Sizler hidayete ermişlerin en üstünüsünüz. Sizler yol gösteren yıldızlarsınız. Sizler düşmanların üzerine atılan taşlar gibi onları bertaraf edenlersiniz. Sizler zifiri karanlığın kandillerisiniz. Sizler, helak olmak ve boğulmak üzere olan herkesi çekip kurtaranlarsınız. Ben ise sizin zelil, hakir, kusur dolu, hata dolu kölenizim.
İsm-i Azam’ın hürmetine Ya Allah, ya Vahid, ya Ehad, ya Ferd, ya Samed, ya Mevcud, ya Cevâd, ya Bâsıt, ya Vedûd, ya Kerîm, ya Vehhab, ya Zü’t-Tavl, ya Hannân, ya Mennân, ya Gani, ya Muğnî, ya Fettah, ya Rezzâk, ya Alîm, ya Halîm, ya Hay, ya Kayyûm, ya Rahman, ya Rahim, ya Bedîu’s-Semâvâti ve’l-Arz, ya Zü’l-Celâli ve’l-İkram!
Haramından uzak tutup beni helalinle yetir. Senin dışındaki şeyleri benden uzaklaştırıp fazlınla beni zengin kıl. Onların senin üzerindeki hakkı hürmetine Ya Rabbi! Ey Rabbim! Ben senin ve onların kopmaz kulpuna sımsıkı tutunmuşum ve maksada ulaştıracak yegane sebep olan senin ve onların sağlam ipine sımsıkı sarılmışım. Ey Bedir ehli! (Bana yardım edin!)
Allahım! İsm-i celâlin hürmetine senden nimetin devamını, korumanın tamamını, rahmetin genişliğini, afiyet vermeni, yaşamın daha da rahat olmasını, en mutlu ömrü, en kâmil ihsanını, en geniş nimetini, en hoş ve tatlı fazlını, en faydalı lütfunu diliyorum.
Allahım! Bizim lehimize ol, aleyhimize olma! Allahım! Bize verdiğin mühleti saadetle sonlandır. Emellerimizi fazlasıyla gerçekleştir. Sabah ve akşamlarımızı afiyetle birleştir. Sonumuzu ve gidişatımızı rahmetine eriştir. Günahlarımızın üzerine affının rahmet kovalarını dök. Ayıplarımızı ıslah ederek bize ihsanda bulun. Takvayı azığımız, bütün gayretimizi rızanda kıl, bütün tevekkül ve itimadımızı ancak Zatına mahsus eyle. Bizi istikamet yolu üzerinde sabit kıl. Bu dünyada ve kıyamet gününde nedamet gerektiren şeylerden bizleri koru.
Allahım! Günahların yükünü bizden hafiflet ve bizi iyilerin hayatıyla rızıklandır (onlar gibi hayat ver). Önemsediklerimizle bu dünyada ve ahirette bize sen kâfi ol. Şerli kimselerin şerrinden ve yalancıların hilelerinden bizleri uzak tut. Bizim boyunlarımızı, babalarımızın, annelerimizin, üstadlarımızın, şeyhlerimizin boyunlarını cehennemden azad et.
Ya Azîz, ya Cebbâr, ya Kerîm, ya Settâr, ya Gaffâr, ya Alîm, ya Hâliku’l-Leyli ve’n-Nehâr!
Efendimiz, koruyucumuz, sadık, emin Muhammed’e, âline, ashabına ve müminlerin anneleri olan hanımlarına, nesline, temiz ve güzel ehl-i beytine ve kıyamete kadar onları takip eden nesle salât olsun, peygamberlere de selam olsun. Hamd alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.